28 Temmuz 2011 Perşembe

Herkes kendi cennetini kendi başına yaratır.

Birkaç gündür yaz tembelliği iyice çöktü. Günler camı ardına kadar açarak, sadece meyveyle beslenerek, sıcağa rağmen kahve içerek geçiyor.

Hava birkaç derece daha serin olsa, sonsuza kadar yaz olabilir bence. Böylece ben sonsuza kadar evimde oturabilirim. Bak belki arada bir Taksim'e giderim akşamüstü, o kadar.

Ciddi ciddiyetsiz her şeyi okuyorum. Küçük mutlu şarkılar dinliyorum genelde. Üst üste Sugar Town dinlediğinizde gerçekten her şeyin mutlu olduğuna inanıyorsunuz. Bu arada Zooey Deschanel hâlâ dünyanın en özenilesi kadını.

Kısacası önümdeki korkunç sene başlamadan, kendi küçük imparatorluğumu kurdum, yaşıyorum. Rory beni güldürüyor, ben de S.'yi. Bilinçaltımla barıştık, beni yine suratımda aptal bir sırıtışla uyandıracak kadar saçma ve komik rüyalar hazırlıyor. Saat gece yarısını geçtiğinde How I Met Your Mother'ın eski bölümleri yayınlanıyor, bir yandan Arriba'yla laflıyoruz. B ve Y ile lüzumsuzca mesajlaşıyoruz. Babamla telefonları takas ettik, yeni olmayan bir yeni telefonum var. Der ki Janis Joplin, "Yaz vakti, yaşamak kolay." Summertime and living is easy.

Bu aralar anlatacak tek şey kendim ve evim olduğundan, bari bir iki fotoğraf paylaşmak istedi canım.

Yaz başında sözünü ettiğim şöyle bir "Beyaz Raf" var.

Biraz yakınlaştırırsak "Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu / Birinciliği beyaza verdiler" diyen bir Asaf var. Bir de yazısı çok güzel olmayan bir ben var.

Biraz parlamış olsa da, B'nin bana aldığı müthiş doğum günü hediyesi var. Bu poster. Of bu poster. Ah bu poster. The Beatles işte of!

Beyaz Raf'ın bir altında da "Siyah Raf"ı görüyoruz. Ayrıca birkaç sene evvel çekilişten kazandığım Polaroid makinam ve Rusya'dan aldığım porselen balerin de bu rafta ikamet ediyorlar.

Makinanın bir türlü net çekmediği Zeynepcem. Burada hem bulanık hem mendebur gözükmüş, ama aslında tatlıdır. Güzel bir fotoğrafını paylaşırım umarım bir gün. Zeynepcem beni hiç bırakmasın.

 Kitaplığın en tepesinde duran, burada pek anlaşılmasa da hayli büyük ve tıklım tıklım dolu olan meşhur anı kutusu.

Odanın diğer tarafına geçtik. Aslen radyatör olmakla beraber çok amaçlı kullanılan bir köşe burası. Okuduğum/sırada bekleyen/okunması gereken bir ton kitap. Değişik yerlerden toplanmış magnetler. Amsterdam, Belçika, St. Petersburg, Prag. Bir iki fotoğraf, yaz okulundan, kitap kulübümüzden, çok eski bir doğum gününden. "Yazarlar yalancıdır / Writers are liars" diyen, okulun edebiyat dergisinden koparılmış ilk sayfa. Ve yattığım yerden okunabilecek mesafede bir adet "İyi geceler sayın dinleyen, tabii eğer böyle bir şey mümkünse" yazısı. Çok net olmasa da, sağ tarafta zinciri görünen, kenarda sallanan bir adet zaman döndürücü var.

Her yerin kitap olduğunu ve başucu kitaplarımın gerçekten başucumda durduğunu söylemiştim. Özdemir Asafları ve benim şiir/öykü defterlerimi görüyoruz. Bunun altında bir raf daha mevcut görünmeyen, orada bir numaralı başucu kitabım Harry Potter serisi yaşamakta. İskender'in altında duran meşhur kızıl Moleskine Franz. Kahve fincanım eksik olmaz. Arkadaki siyah ve çoktan unutulmuş nesne, bir zamanlar çok severek çaldığım/çalmaya başladığım gitar. 

Sonra şöyle bir şey var. Beş yaşımdan beri kedileri sevdiğimi söylemiştim.

Kitaplarım var ama en nihayetinde 18 yaşında bir kızın odasını gezmektesiniz. Nedense fotoğraflarda berbat çıkan, ama aslında "oldukça cici" bir aynalı şifonyer var. Böyle süslü parfümler var. Ojeler var. Daha neler var ama bu sevimliliği kaldıramadı makinam. Kıskanç makinam.

Sepya yapınca daha düzenli gözüken, aslen rengârenk olan bir dolap da mevcut. Yaz diye çiçekli elbise nüfusunda patlama yaşandı.

Sona sakladığım, bulanık çıksa da çok çok sevdiğim pek fantastik bir elektrik düğmem var. Övünmekten çekinmediğim bir yaratıcılığım var evet.

İşte böyle bir odam var. Böyle bir hayatım var bu aralar. Kayısı tonunda. Geç gelmiş ve hızla tükenen huzur rengi günler var.

Sıkıldığım günler için şöyle bir şey var. Aklımda Zooey'den Sugar Town var. Ya da bu var. Biraz dinlendikten sonra tekrar hayata katılmak isteyen bir de genç ve enerjik yanım var, ki o da aşağıdaki şarkıda anlatılmış. Şarkıdaki gibi beni dışarı çıkarsana, hayatı görelim. Bir de birbirimizi.

"Take me out tonight
Because I want to see people
I want to see life"

Hiç yorum yok: