30 Mayıs 2012 Çarşamba

Son demler.

Tumblr_ls3r5llwha1qgk0g0o1_500_large
Ürkütücü şeyler: 2 hafta kalmış olması.
Sevindirici şeyler: 2 hafta kalmış olması.

Yaza dair beni heyecanlandırmayı başaran nadir şeyler: Decameron projem ve henüz giyemediğim turuncu elbise.

Hayatımda ilk defa yaşlandığımı hissediyorum. İngilizcede bir ömür önce diye tabir edilen o yaşlanma hissi sardı sarmaladı her yanımı. Varolmayasıca izafiyet teorisi yüzünden bu sene bitmedi, bitemiyor.

Bir ömür kadar önce, bazı şeyler taze, bazıları gevremiş, bazıları ise henüz gerçekleşeceğini bile sezdirmezken, güneş arnavut kaldırıma vurmuştu ve ben yine dünyanın bir dekor olduğunu düşünmüştüm.

19 Mayıs 2012 Cumartesi

Ufuk açmamayı garanti eden aforizmalar.

Tumblr_ln92dcrmqz1qdq7joo1_500_large
Peşinde berelenmediğin ve hakkında ketum olmadığın hiçbir hayal gerçeğe serin sular gibi dökülmez.

Mevlana'ya ufak bir 'edit' yapmak gerekirse, ya olduğun kadar hayal kur, ya da hayal kurduğun kadar ol. Aksi kırılma seslerinden ibaret olur.

http://fizy.com/#s/1agpsk

"Hayata neyle başlarsan başla elinde çok az şey kalıyor. Gurur ve aptallık. Halbuki her şeyi istemiştik, öyle değil mi?"
Virginia Woolf

16 Mayıs 2012 Çarşamba

15 Mayıs 2012 Salı

12.

Bir Oğuz Atay & Gogol incelemesi olan son dönem ödevimi uzanıp yanaklarından öpüyorum. Daha da ciddi seviyede Oğuz Atay ihtiva eden asıl fikrimi ise yazın maddeye dökeceğim.

Yarın son kez lise. Fotoğraf makinesi ve makul miktarda gözyaşı ile gidiyorum. Yazmasına yazıyorum da, nokta koyması hep güç. Tadı hep güzel olsun noktaların.

Diplomaya sığamayacak kadar tecrübe cepteyse, hiçbir gelecek bavuluna sığamayacak kadar fazla edinilmemiş tecrübe önümde. Ama bunları keplerin hızı havada tam sıfıra ulaştığında, Haziran sonunda düşüneceğiz.

O zamana kadar, hayat çok Taaşşuk-ı Talat ve Fitnat.

Ve ben şu iki kelimeyi buraya dizebildim diye bile, tekrar nefes almış hissediyorum. Bu halimi çok çok çok özlüyorum.

"Ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?"
-Oğuz Atay

6 Mayıs 2012 Pazar

Ev Ona Yakıştı.*

Odanın aydınlık saatleri. Pencere açık. Bahçe katında olmak mütevazı bir şey gibi bu evde. Üst katta sayısını unuttuğum katlarda birileri demirlerin içinde yükselirken, burada, sakin yeşilliğin içinde olmak, birkaç on yıl önceden kalmış silik bir hayal gibi. Bahçe bize ait değil, bu biraz eksik. Üstelik çevredeki büyük binaların gölgesi düşüyor üstümüze günün çoğu saatinde. Ama işte tam bu saatte, bu oda günle yıkanıyor. Zaten tam bu saatte gezmiştik evi. Görür görmez iki odanın hafif yalancı aydınlığı çekmişti bizi kendine. Çoğu şeyin aydınlık yanlarına vuruluruz zaten. Balkona bakıp tek kişilik bir hayal kurmuştum kendime: Rahat bir koltukta yazları kitap okuyacaktım. Bütün hayaller gibi bu da harfiyen gerçekleşemedi. Bir türlü orada daimi bir düzen yaratamadım, düşündüğüm kadar rahat olmadı hiç, sineklerin rahatsızlık verdiği bile oldu. Çünkü zihin ile madde, asla birebir çakışamayacak iki evrendir, ancak zaman zaman kesişebilirler. Bu yüzden zorda kalınca hayallerinizi kırınız, eğiniz, bükünüz, maddeye uydurunuz.

Balkon tek köşem olamasa da bu evde yazlar hep tek kişilik hayaller şeklinde geçti. O ağızlardan düşmeyen 'gezmek ve eğlenmek' beni de çekti elbet, hep de çekmeye devam edecek. Seyahatler, konserler, deniz kıyıları hep cezbetti beni. Ama 'keyif' kelimesine gelince hep sade renkleri canlandı zihnimde. Hep evi değilse de, ev sakinliğini düşledim. Balkon köşemi değilse de, onun kadar sakin bir kıyıyı, yüksek müziklerden ziyade şiiri andıran hafif şarkıları, uzak ülkelerde bile en meşhur yerleri değil de, kıyıda köşede kalmış sakin hazineleri aradım. Aradık. Çoğul evet, çünkü dostluklarda da sakin hayalleri seçmeyenlerle olamadım ben galiba. Ailem zaten sakinlik hamurumun mimarı, muhakkak ki aşkta da biraz böyle. İki gün parlak renklerle dışarıdaysa eğer, üçüncü gün evi aradım ben, ya da o huzuru veren bir ikinci yeri. Ben şiir sevdim ve şiir galiba ev gibi bir şeydi. Hangisini ötekine benziyor diye sevdiğimi bilmiyorum. Bu yüzden, Barış Bıçakçı'nın şu paragrafını okurken, onunla ruhlarımızın bir yerlerde kesiştiğinden emindim ve yine eve gelmiş gibi hissediyordum:

"Cemil, Furuğ'un fotoğrafına bakarken şairlerin hayatta kalabilmek için diğer insanlardan farklı yöntemler benimsediklerini, bu tebessümun de kendini savunmak için yapılmış tek ve kesin bir hamle olduğunu düşündü. Kitabı açıp ayaküstü bir şiir okudu. Şiir çok güzeldi. İçinde hemen eve dönme isteği uyandı. Cemil için güzelliğin şaşmaz ölçütü bu olmuştu: Hemen eve dönme isteği uyandıran şey güzeldi."

Yine evdeyim şimdi. Pencere yine açık, komşunun tahta rüzgar çanının rahatlatıcı sesi odaya doluyor. Kahvem yine aynı fincanda. Çok uzak bir yazı anımsatır gibi her şey. Bu eve ait üç yaz geçiyor gözümün önünden: çoğunlukla D. ile geçirdiğimiz o ilk yaz, Boston'da başlasa da sakinliğiyle burayı özleten ve elbet burada biten ikinci yaz, kitapla başlayıp kitapla biten son yaz. Şimdi hayalini kurmak istiyorum bir başka yazın, umudunu sezmek istiyorum. Ama bir şekilde, olmuyor. Elimde öyle çok malzeme var ki üstelik: Dolapta asılı elbiseler, -birisi o akşam için, uçuşuyor, yalnız benim için- uçak biletleri, konser biletleri, uzaklardan gelecek arkadaş haberleri, okunabilecek çok fazla kitap. Ötesi de var üstelik; muhtemelen sıcaklar bitmemişken başlayacak olan üniversite. baştan başa yeni olacak her şey. Ama olmuyor, bir şekilde olmuyor. Her ne olduysa, bunlar beni heyecanlandıramıyor. Bu denli küstahlaşmak kendime kızmama sebep oluyor. Ama nedense hiçbir şey taze kokmuyor burnuma. Geçici bir yorgunluktan olsun ne olur, 'Mayıs Sıkıntısı'ndan olsun. Ama korkuyorum. İçten içe yere indiğimden, yaşlandığımdan, bilmediğim birilerinin ya da bir şeylerin benden çok şey aldığından korkuyorum. En samimi haliyle söylersek, 10 sene sonra hiç hayal kuramamaktan korkuyorum. Eve geldiğimde elime kitap alamamaktan, "Ben eskiden güzel yazardım, gençken" demekten.

Lütfen böyle olmasın, lütfen.

Yine de kırıntılar var muhakkak, var ki burdayım. Eğer evren benim istediğim gibi bükülürse, bu yaz o akşam iyi geçecek ,o tatil iyi olacak, o konserlere gidilecek. Ben de yazı masamla çalışma masamı ayıracağım. Daktilom ve fotoğraf makinem olacak. Dikiş öğrenmiş olacağım, sonbahara doğru kendi yapımım eteklerim olacak. Raflarım yine edebiyata kalacak, okumak istediğim daha fazla kitabım olacak. Nihayet başladığım o defter, belki de gerçekten kitap olana dek dolacak.

Demek o kadar bıkmadım hala, o kadar tüketmediler her şeyimi.
Lütfen böyle olsun, lütfen.

"Hiçbir şey sona ermez. İnsan, en güzel, en gerçek özünden çıkan kökler saldığı her yerde her zaman bir yuva bulacaktır."

Değişim - Liv Ullman

*Ev Ona Yakıştı: Memduh Şevket Esendal'ın öykü kitabı. Kitabına bu ismi koyan bir insanın iyi olmamasına imkan yok.

5 Mayıs 2012 Cumartesi

Tumblr_lezpecizxy1qa3m5ko1_500_large
Özetle hiçbir şey olmuyor. Her şeye uysun diye ucuza alınmış tahta mobilya renginde zamanlar.
Şu ara mutluluk alameti olarak aktarabileceğim tek hususun, Coldplay'in Paradise klibinin 2.50 dakikası olduğu kanaatindeyim.

"Acaba iyi bir şey olacak mı? Hayır, dedim kendime. İyi şeyler birdenbire olur; bu kadar bekletmez insanı. Sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar."

"Başlayıp da yarım bıraktığım bir sürü teşebbüs, evin her tarafına dağılmıştı. (Sanki kafam da onlarla birlikte çekmecelere, dolaplara, sandık odasının eşyaları arasına dağılmıştı. Kafamı toparlayamıyordum bu yüzden.)"

Tabiattan, payıma düşen çok az şey kalmıştı. Ömrümü eşya ile geçiriyordum. Eşyayı da sevmiyordum galiba. Daha doğrusu, eşyayı insanlarla bir tutuyordum, ikisiyle de aramda, yalnız benim bildiğim ve başkalarına açıklanması güç meseleler vardı."

"Bir yerden sevmeye devam edebilir miydim? Çünkü sevmek, yarıda kalan bir kitaba devam etmek gibi kolay bir iş değildi."

Oğuz Atay - Korkuyu Beklerken