23 Temmuz 2012 Pazartesi

"Ne kadar çok şey var hayatta, değil mi Müfid, konuşamayacağımız kadar çok" dedi Feride. Onun 'değil mi'lerini iyi tanıyordu Müfid, onaylanma açlığını biliyordu, "Evet öyle" dedi, hatırnaz iki kelime. Şimdi sıkkın diye biraz çatallıydı Müfid'in sesi, atmadığı çığlıkların boğazını yaktığını Feride biliyordu. Başka zamanlarda çakıllı bir yolda koşmak gibiydi Müfid'i dinlemek, akar giderdi hafifçe sıyırarak teninizi, ya da cam kırıkları dolu bir bardak su içmek gibi bir şey. Feride içerdi bu suyu kana kana, her söylenene kanarak. Onun sesi ise kararsızdı daha çok, tok çıkardı kızgınken, eminken; dayanaklar zayıfladıkça tükenirdi. Kendi başına ayakta duramayan bir ipek elbise gibi. Feride ile Müfid doğmaları gereken yerde doğsalar muhakkak kendi şiirlerini uzun uzun seslendiren şairlerden olurlardı.

"Hayatta bin türlü günah var kırk kere bacağımızdan astıran" dedi Feride, sesi tok ve emin, "Sen de bir kez daha kalbinden asma kendini." Müfid baktı, bir bardak cam kırığını odaya dökerek "Sen de" dedi."

6 Temmuz 2012 Cuma

"Feride o sabah mide acılarıyla, titreyen ellerle, yaşlı gözlerle uyanmadı. Bütün dünya, Feride'nin sonsuz dört duvarını da içine almak üzere, yerli yerindeydi. Sadece camlardaki yansımaları Feride'ye silikleştiğini söylüyordu fısıldayan seslerle. Gerçekten de günden güne saçları, gözleri, hatta onunlayken parlamaya başlayan teni bile ışığını karanlığa bırakıyordu. Hayır, karanlığa değil, solukluğa. Silinmek en büyük kanserdir, kaç kere atlattı Feride. Sonra tek ve kesin bir tedavi buldu, asla gelmeyeceğine inanılan ilaç, Müfid. Bitmek bilmeyen bir boya kutusu, her seferinde gözbebeklerini daha da parlatan rengârenk bir palet. Rengârenk kelimesi neden güzel renkleri anlatırdı ki hep? Müfid'in renkleri her tondandı, Güneş sarısını da, şarap kırmızısını da, çamur karasını da, geçmiş tortusunu da görmüştü o palette. Belki de bu kadar merak uyandırıcıydı her şey, her tonu anlattığı için. Şimdi Feride devam edecek, boşlukları kuru kalemlerle boyayacak, boyatacak. Ama bilecek, ustası çoktan yitip gitmiş, antik, kırık dökük porselen rengidir üstündeki, rengi atacak, bir solgun anı olarak camekanlarda saklanacak, dayanırsa camlar.

Yeşil senin olsun."

5 Temmuz 2012 Perşembe

Kalanlar.

Tumblr_m5fuzuynwv1qalxbco1_500_large
Bembeyaz evlerden, uykusuzluklardan, deniz kıyılarından, tuz kokusundan, şarap sofralarından, hafif kumaşlı elbiselerden döndüm.

Boş bavul, etekleri buruşmuş elbise, yırtık bilet. Ne varsa bitmeye dair, klişe, sıkıcı; hepsi elimde. Bakıyorum. Bıkıyorum, çok şey aynıydı, nasıl aynı sürdüyse öyle aynı bitti. Koca beş senenin, uyanmanın ve ayakta uyumanın tozları elimde. Çok şey mi öğrendim, çok mu kaldı yarıda, çok mu safım, karar veremiyorum.

Öyle öyle bitti işte. Bildiğim her şeyi borçlu olduğum beş yıl bitti. Şaşkınım. Boşluğun sindirilememesi. Kalabalık günlerin sonunda, odanda sessizliği bekleyip çöküveren hüzün. Kafamdan geriye kalanları toparlayıp yeni bir sayfada bir araya getirmem lazım, yolunu unuttum çokça. Eski ben'i toplayayım diyorum, eskisi gibi bir araya gelmeyeceğini biliyorum. Gelirse kural bozulur.

En iyi bildiklerimi yapacağım. Okuyacağım. Kendimi anlatmayı tekrar öğrenene kadar da derinliği bir avucu geçmeyen kelimeler yazacağım.

Güzel anılarım ve güzel planlarım var, unutmamalı. İnsan kendiyle çok kalmasın.

Haftanın Ümitleri:
Mahur Beste
Aganta Burina Burinata
Tuborg Goldfest
Suşi yapmak
Decameron

Geçen her şeyin özeti:

Ben bu kış öyle üşüdüm ki sorma
Oysa  güneş pek batmadı senin evinde
Söyle
Ben seni uzun bir yolda yürürken gördüm müydü hiç.

Edip Cansever