21 Kasım 2014 Cuma


Hikayeleri demlendirmek gerekiyor bir müddet, kıymetli kılmak için. Çok söz söylüyorum diye kendime kızdım, "Hikayelerim o kadar değersizleşti ki" diye.

Severek gülümserken gözlerde oluşan o ışığı, kavanoza koyup saklamak istiyorum, serin vakitlerde odaya yayılsın, ışıtsın, ısıtsın. Bir de, sevdiğim insanların birkaç saniyelik, biraz bulanık giflerini yaratmak istiyorum; gülerken, hafifçe başını arkaya atarken, kendine özgü yürüyüşüyle bir iki adım atarken belki. Bölük pörçük hatırlanan rüyalar gibi. Görüntüyü unutup hisleri anımsadığımız rüyalar.

Rüyayla dünya, hikayeyle gerçek, kurguyla yaşam arasındaki çizgi çok silik. Kim ikna edebilir bizi, her yaşananın hikaye olmadığına? Herkesçe bilinen bir öykü, mesela Romeo ve Juliet, daha gerçek sanki gözümüzde, çoktan unuttuğumuz 4-5 yıllık anılardansa. Kutsal kitaplar sonra, hikayeyle gerçeğin kesiştiği. Hikayeye inanmayı seçmek değil midir itikad belki de? Okumak tabii bir de, her şeyden önce, ilk öğütlenen. Heyecanlandırıyor beni inancın bile kaleme kağıda dayanması.

Fotoğraflar, filmler, kitaplar var; gerçek olduğumuzu hatırlamak için.

Bugün bunları söylemek istedim, "Evrenin bir köşesinde ben de nefes almıştım"ı kanıtlama içgüdüsü.

Sevdiklerinizin ismini tekrar tekrar söylemeye gönüllü olmanızı diliyorum.

Hiç yorum yok: