4 Eylül 2014 Perşembe

Bahar 2014 / Ki böyle geçti.

Söze nereden başlayacağımı bilmiyorum, yine. Tamamlamam gereken işlerime dönmeden evvel, geceyarısına kadar yazma izni verdim kendime, ne yazacağımı bilmeden.

"İşte bir kez daha geliyor, Cemil'i üzen yanlış bir telaffuz gibi sonbahar" demek istiyorum, ama tekrara düştüğümü hissederek engelliyorum kendimi. Bir mevsim daha bitti, bir mevsim daha gönlümdeki gibi geçmedi ve ben artık "artık"lı cümleler kurmaktan, çevrilen takvim yapraklarına romantik yarı-ağıtlar yakmaktan yoruldum, sıkıldım, bıktım.

Yaz durağandır, dibe çeker; sonbaharın yağmurları kırıcı; kış, soğuğuyla yalnız bırakır; ilkbaharın güzellikleri karnımıza dayanır, hatırlatır yoksunluklarımızı diye ezberledim durdum. Her mevsim bir başka bahanesi var hüznün. Kalbim her seferinde aynı yerlerden kırılıyor, bantlıyorum, yine kırılıyor. Birkaç sene evvel gurur duyuyordum bununla, çatlaklardan bir başka güzel vuruyor güneş diyordum. Buna da inanmıyorum artık. Süblimleşmiş plastik acılarımızla övünemiyorum. Yaraların üzerine kollarını iki yana açarak koşmayı takdir edemiyorum. Hüzün yakışmasın bize, marifet değil. Ama işte, bilek hizasında da olsa çok yapışkan bir bataklık bu, bir türlü kendimi azat edemedim, edemiyorum.

Geçtiğim yolları parmağımla takip etmek, ardımda bıraktığım kırıntılarla günü geçirmek mümkündü bir zamanlar; yol alıyordum çünkü. Şimdi, "Ne kadar gelmişim" diye arkama döndüğümde, hep daireler çizmiş halde buluyorum kendimi. Doksanlarda çok sevdiğimiz, o tırtıklı daireler çizen plastik oyuncağın elinden çıkmış gibi hayat yolum. Bir şeyleri düzeltmek istediğimde, hep aynı kırık yerlerden pes ediyorum, yamuk yumuk çemberler halinde koşuyorum. Koşmaya bile mecalim yok kimi zaman.

Bir şeylere yürekten inanırsam, panik içinde koşmaktansa sakinleşirsem, önümü görürsem her şey iyi olur belki diyorum bazen. Dönem dönem yamru yumru kulplarından tutmaya çalışıyorum hayatın. Bazen kutsal kitapları hatmetmek oluyor bu, bazen burçlara inanmak, bazen falcılardan medet ummak. Hepsinin ortak yanı, insana kendi küçüklüğünü hatırlatmak belki de, ben o yanından bakabildim en azından. Ama kendi ömrünün ahirliğini hatırlasa da onunla hemen barışamıyor insan.

En azından ahir ömrümün yönetebildiğim kadarını güzelleştirsem. Çevremde güzel insanlar olsun diyorum, hiç yoktan hediyeler yapıp günlerinin kenarlarına çiçekler çiziyorum bazen. Ama o da hep olamıyor, bazen herkese yetmiyor gücüm, sanki sabrım da azalıyor. Daha çabuk pes eder oldum, çabuk kızıyorum, çabuk üzülüyorum eskiye göre.

Hiç elimin alışmadığı bir işin altından kalksam belki, o zaman da kendime kadar güzelleştirebilirim hayatı. Ama tüm o yürüyüş yolları yarıda kesiliyor, diktiğim etekler kusurlu, çizimde iyi değilim, öyle herkesi büyüler gibi konuşamıyorum hâlâ. Okumakla ve yazmakla ilgisi olan şeyleri becerebilir haldeyim sadece, onda bile, rehavetim öyle felaket ki, eski gücümün kalmadığını seziyorum. Ki çok güçlü sayılmazdım önceden de. Sırtıma yüklenecek işleri düşündükçe bir de, iyice ürküyorum artık. Gelecekten korkar oldum.

Günün ve mevsimin sonunda, yine eğri büğrü kelimeler, bir garip uyku düzeni, bir türlü verilemeyen o birkaç kilo, kenarları ezilmiş insan ilişkileri ile baş başayım. Bir kör karanlıkta olsam çığlık atıp karanlığı yırtacağım. Ama yok, pastel rengi bir araftayım, inilmiyor, çıkılmıyor. Sırça Fanus'tayım sanıp korkmuştum bir dönem, oysa o kadar tükenmeyi bile beceremiyormuşum.

Geceyarısına dek yazacaktım, tutamadım bu sözümü de.

Belki bir gün.

Hiç yorum yok: