6 Mayıs 2012 Pazar

Ev Ona Yakıştı.*

Odanın aydınlık saatleri. Pencere açık. Bahçe katında olmak mütevazı bir şey gibi bu evde. Üst katta sayısını unuttuğum katlarda birileri demirlerin içinde yükselirken, burada, sakin yeşilliğin içinde olmak, birkaç on yıl önceden kalmış silik bir hayal gibi. Bahçe bize ait değil, bu biraz eksik. Üstelik çevredeki büyük binaların gölgesi düşüyor üstümüze günün çoğu saatinde. Ama işte tam bu saatte, bu oda günle yıkanıyor. Zaten tam bu saatte gezmiştik evi. Görür görmez iki odanın hafif yalancı aydınlığı çekmişti bizi kendine. Çoğu şeyin aydınlık yanlarına vuruluruz zaten. Balkona bakıp tek kişilik bir hayal kurmuştum kendime: Rahat bir koltukta yazları kitap okuyacaktım. Bütün hayaller gibi bu da harfiyen gerçekleşemedi. Bir türlü orada daimi bir düzen yaratamadım, düşündüğüm kadar rahat olmadı hiç, sineklerin rahatsızlık verdiği bile oldu. Çünkü zihin ile madde, asla birebir çakışamayacak iki evrendir, ancak zaman zaman kesişebilirler. Bu yüzden zorda kalınca hayallerinizi kırınız, eğiniz, bükünüz, maddeye uydurunuz.

Balkon tek köşem olamasa da bu evde yazlar hep tek kişilik hayaller şeklinde geçti. O ağızlardan düşmeyen 'gezmek ve eğlenmek' beni de çekti elbet, hep de çekmeye devam edecek. Seyahatler, konserler, deniz kıyıları hep cezbetti beni. Ama 'keyif' kelimesine gelince hep sade renkleri canlandı zihnimde. Hep evi değilse de, ev sakinliğini düşledim. Balkon köşemi değilse de, onun kadar sakin bir kıyıyı, yüksek müziklerden ziyade şiiri andıran hafif şarkıları, uzak ülkelerde bile en meşhur yerleri değil de, kıyıda köşede kalmış sakin hazineleri aradım. Aradık. Çoğul evet, çünkü dostluklarda da sakin hayalleri seçmeyenlerle olamadım ben galiba. Ailem zaten sakinlik hamurumun mimarı, muhakkak ki aşkta da biraz böyle. İki gün parlak renklerle dışarıdaysa eğer, üçüncü gün evi aradım ben, ya da o huzuru veren bir ikinci yeri. Ben şiir sevdim ve şiir galiba ev gibi bir şeydi. Hangisini ötekine benziyor diye sevdiğimi bilmiyorum. Bu yüzden, Barış Bıçakçı'nın şu paragrafını okurken, onunla ruhlarımızın bir yerlerde kesiştiğinden emindim ve yine eve gelmiş gibi hissediyordum:

"Cemil, Furuğ'un fotoğrafına bakarken şairlerin hayatta kalabilmek için diğer insanlardan farklı yöntemler benimsediklerini, bu tebessümun de kendini savunmak için yapılmış tek ve kesin bir hamle olduğunu düşündü. Kitabı açıp ayaküstü bir şiir okudu. Şiir çok güzeldi. İçinde hemen eve dönme isteği uyandı. Cemil için güzelliğin şaşmaz ölçütü bu olmuştu: Hemen eve dönme isteği uyandıran şey güzeldi."

Yine evdeyim şimdi. Pencere yine açık, komşunun tahta rüzgar çanının rahatlatıcı sesi odaya doluyor. Kahvem yine aynı fincanda. Çok uzak bir yazı anımsatır gibi her şey. Bu eve ait üç yaz geçiyor gözümün önünden: çoğunlukla D. ile geçirdiğimiz o ilk yaz, Boston'da başlasa da sakinliğiyle burayı özleten ve elbet burada biten ikinci yaz, kitapla başlayıp kitapla biten son yaz. Şimdi hayalini kurmak istiyorum bir başka yazın, umudunu sezmek istiyorum. Ama bir şekilde, olmuyor. Elimde öyle çok malzeme var ki üstelik: Dolapta asılı elbiseler, -birisi o akşam için, uçuşuyor, yalnız benim için- uçak biletleri, konser biletleri, uzaklardan gelecek arkadaş haberleri, okunabilecek çok fazla kitap. Ötesi de var üstelik; muhtemelen sıcaklar bitmemişken başlayacak olan üniversite. baştan başa yeni olacak her şey. Ama olmuyor, bir şekilde olmuyor. Her ne olduysa, bunlar beni heyecanlandıramıyor. Bu denli küstahlaşmak kendime kızmama sebep oluyor. Ama nedense hiçbir şey taze kokmuyor burnuma. Geçici bir yorgunluktan olsun ne olur, 'Mayıs Sıkıntısı'ndan olsun. Ama korkuyorum. İçten içe yere indiğimden, yaşlandığımdan, bilmediğim birilerinin ya da bir şeylerin benden çok şey aldığından korkuyorum. En samimi haliyle söylersek, 10 sene sonra hiç hayal kuramamaktan korkuyorum. Eve geldiğimde elime kitap alamamaktan, "Ben eskiden güzel yazardım, gençken" demekten.

Lütfen böyle olmasın, lütfen.

Yine de kırıntılar var muhakkak, var ki burdayım. Eğer evren benim istediğim gibi bükülürse, bu yaz o akşam iyi geçecek ,o tatil iyi olacak, o konserlere gidilecek. Ben de yazı masamla çalışma masamı ayıracağım. Daktilom ve fotoğraf makinem olacak. Dikiş öğrenmiş olacağım, sonbahara doğru kendi yapımım eteklerim olacak. Raflarım yine edebiyata kalacak, okumak istediğim daha fazla kitabım olacak. Nihayet başladığım o defter, belki de gerçekten kitap olana dek dolacak.

Demek o kadar bıkmadım hala, o kadar tüketmediler her şeyimi.
Lütfen böyle olsun, lütfen.

"Hiçbir şey sona ermez. İnsan, en güzel, en gerçek özünden çıkan kökler saldığı her yerde her zaman bir yuva bulacaktır."

Değişim - Liv Ullman

*Ev Ona Yakıştı: Memduh Şevket Esendal'ın öykü kitabı. Kitabına bu ismi koyan bir insanın iyi olmamasına imkan yok.

2 yorum:

D. dedi ki...

O kadar çok yaz'ımız olacak ki,sen bile inanamayacaksın.hep hep hep umut,hep aydınlık önümüzde.başka türlüsünü düşünme; çünkü korktuğumuz gibi "lisede çok güzel kompozisyon yazardım" kadınları olmayacağız asla.

manlera dedi ki...

Ah ben blogunla nasıl daha önce karşılaşmadım! Tam da üniversite için evimden ayrılacağım gün bu yazıyı okumak beni neredeyse incitti. İfade etmek istediklerimi yazmak isteğine dönüştüğünde göğsündeki nefesi rahatça veremem. En yakın deftere kaleme koşma hissi ve bunu dusunurken odamda beni mutevazi bi sekilde bekleyen masam beni kendine çeker. Bir parça huzur , ustune tarcin serpilmiş.