"Ne kadar çok şey var hayatta, değil mi Müfid, konuşamayacağımız kadar çok" dedi Feride. Onun 'değil mi'lerini iyi tanıyordu Müfid, onaylanma açlığını biliyordu, "Evet öyle" dedi, hatırnaz iki kelime. Şimdi sıkkın diye biraz çatallıydı Müfid'in sesi, atmadığı çığlıkların boğazını yaktığını Feride biliyordu. Başka zamanlarda çakıllı bir yolda koşmak gibiydi Müfid'i dinlemek, akar giderdi hafifçe sıyırarak teninizi, ya da cam kırıkları dolu bir bardak su içmek gibi bir şey. Feride içerdi bu suyu kana kana, her söylenene kanarak. Onun sesi ise kararsızdı daha çok, tok çıkardı kızgınken, eminken; dayanaklar zayıfladıkça tükenirdi. Kendi başına ayakta duramayan bir ipek elbise gibi. Feride ile Müfid doğmaları gereken yerde doğsalar muhakkak kendi şiirlerini uzun uzun seslendiren şairlerden olurlardı.
"Hayatta bin türlü günah var kırk kere bacağımızdan astıran" dedi Feride, sesi tok ve emin, "Sen de bir kez daha kalbinden asma kendini." Müfid baktı, bir bardak cam kırığını odaya dökerek "Sen de" dedi."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder