"Feride o sabah mide acılarıyla, titreyen ellerle, yaşlı gözlerle uyanmadı. Bütün dünya, Feride'nin sonsuz dört duvarını da içine almak üzere, yerli yerindeydi. Sadece camlardaki yansımaları Feride'ye silikleştiğini söylüyordu fısıldayan seslerle. Gerçekten de günden güne saçları, gözleri, hatta onunlayken parlamaya başlayan teni bile ışığını karanlığa bırakıyordu. Hayır, karanlığa değil, solukluğa. Silinmek en büyük kanserdir, kaç kere atlattı Feride. Sonra tek ve kesin bir tedavi buldu, asla gelmeyeceğine inanılan ilaç, Müfid. Bitmek bilmeyen bir boya kutusu, her seferinde gözbebeklerini daha da parlatan rengârenk bir palet. Rengârenk kelimesi neden güzel renkleri anlatırdı ki hep? Müfid'in renkleri her tondandı, Güneş sarısını da, şarap kırmızısını da, çamur karasını da, geçmiş tortusunu da görmüştü o palette. Belki de bu kadar merak uyandırıcıydı her şey, her tonu anlattığı için. Şimdi Feride devam edecek, boşlukları kuru kalemlerle boyayacak, boyatacak. Ama bilecek, ustası çoktan yitip gitmiş, antik, kırık dökük porselen rengidir üstündeki, rengi atacak, bir solgun anı olarak camekanlarda saklanacak, dayanırsa camlar.
Yeşil senin olsun."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder