Yıllığa yazdıklarımdan birkaç cümle seçmek geliyor içimden. Yazarı benim, alıcılar anonim kalsın.
"Nasıl olduysa, biz iki parlak renk, karışıp pastel bir tonda buluştuk seninle. İki kaya gibi insan, çarpıştıkça yonttuk birbirimizi. Bir de baktık ki parçalarımız birebir uyuşur olmuş. Beni senden, seni benden iyi anlayan yokmuş."
"Ben sırf adını çok seviyorum diye her cümlenin içine sıkıştırmayı sürdürürüm."
"Bilmiyorum şekerden bir ev var mıdır gerçekten, inanmalı mıyız masallara? Ne olursa olsun anılar var, şükredilen, şekerden de güzel kokan, unutulmayacak olan, hatta biraz da mucizevî."
"Biliyorsun, romanlar bütünlük gerektirir, tek sayfadan kitap olmuyor. İnsanlar da öyle işte, yan yanayken daha anlamlı her şey, daha bütünlüklü, daha güzel. Benim kendi kısa romanımda da bir sayfa teşkil ediyorsun sen artık. Paylaştığımız onca şeyden sonra kısa bir cümleyle geçiştiremezdim ya seni."
"Ufacık bir dileğim var. Keşke sihir diye bir şey olsa."
Bu kadar oldu işte, insanları 12000 karaktere sığdırmak ne kadar mümkünse, o kadar başarabilirim bu işi ancak. Üstelik yazılacaklar bitmedi hâlâ, kalanlara ve hayata birkaç saat sonra devam edeceğim. Ama önce biraz uyku. Çok kelime taşıdım bugün sırtımda, hak ettim dinlenmeyi.
"Her şeyin geçip gittiğine kim inandırabilir bizi? Anılarımızı avuç dolusu su gibi yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir?"
Barış Bıçakçı - Bizim Büyük Çaresizliğimiz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder