Seni kaplara koyuyorlar. Ölçü kapları. Ölçüyorlar. 5 litrelik, 10 litrelik, bazen 15. Aktarıyorlar birinden öbürüne. Her aktarışta damlaların kalıyor bir diğer kapta. Sen azalıyorsun, sen yoruluyorsun. Aklın ise çoktan buharlaşmış, uçup gitmiş, başka yerlerde. Başka kaplar istemiyor, yalnızca nehirlere, denizlere kavuşmak istiyor. Tıpkı Küçük Kara Balık gibi. Hep düşünüyorsun o ufak kitabı. Hayır, hissediyorsun. Eski bir arabanın camından dışarı bakarken sakin bir sesle soruyorsun "Küçük Kara Balık'ı okudun mu?" diye. Sormalısın. Çünkü bazı kitaplar insan ayıracıdır. Ya da sen böyle saçmalıklara inanıyorsun. Dışarıda kimse böyle düşünmüyor. Hiçbir kapta bu damlalara yer yok. Ama sen nehirde yüzeceksin. Öykünün sonundaki Küçük Kırmızı Balık gibi uzun uzun düşünüyorsun sen. Kahve için su kaynatırken "100 derece" diye mırıldanıyorsun. 100, yüz, balık gibi. Kelime oyunlarını seviyorsun. Başka şeyleri de seviyorsun. İnsan olmak sevmek midir? Bilmiyorsun. Su kaynıyor, mutfak masasına oturuyorsun. Mutfakları da seviyorsun. Küçük mutlulukların sana gerçekten yetip yetmediğini, bu stokla ne kadar idare edeceğini merak ediyorsun. İnsanın gün ışığı deposuna da ihtiyacı vardır, ama sen pek açık hava görmüyorsun. Telafi etmen gerekecek. Ama gereken çok fazla şey var ondan önce. Defteri açıyorsun.
Kalemin ilk darbesinde, balığını göle bırakmaya karar veriyorsun.
"Olmaz, olamaz! Yok olamaz insan. Hareketleri, gülüşü, birlikte yaptıklarımız: nereye gitti hepsi? Lavoisier Kanunu var: hiçbir şey yok olamaz durup dururken. Kanun, adamdan hesap sorar; nereye gitti diye. Pencereyi açtı, aşağı sarktı. Başka kanunlar da var diyorlar. Lavoisier Kanununda toplam ağırlık sabit kalırmış. Peki Selimlik? Onu nasıl tartacaksınız? Neden kimse üzerine almıyor bu özelliği? O halde haksızsınız. Bu kadar insan bir araya gelip bir Selim olamıyorsunuz."
Oğuz Atay - Tutunamayanlar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder