Bugün seninle uyandık. Aslında ben uyanınca, sen de uyanmış sayıldın. Hava soğuktu, üşütmekten çekindin. Bana kalsa yeni eteğimizi giyecektik, ama senin sözünü dinleyip pantolonumuzu ve çizmelerimizi giydik. Biraz çekidüzen verdik yüzümüze. Sen yine makyajımı silmeden uyudum diye kızdın, "Sonra ben uğraşıyorum o ciltle" diye söylendin.
Yola koyulduk. Ben müzik dinledim, sen biraz uyukladın. Şimdi dinlediğim şarkıyı duyunca sen hep beni anımsıyormuşsun, öyle dedin. Sen uyurken ben tarihi anımsadım sonra. Heyecan kapladı içimi. Aslında yalan söylüyorum, anımsamadım. Zaten kaç gündür bekliyorum bugünü, bana umut veriyor. Galiba sana biraz hüzün veriyormuş, yaşını ve yılların ağırlığını duyuyormuşsun. Yine de mutlu gibiydin. Sonuçta bizim günümüzdü. Hem anımsamak daha ziyade senin işindi.
Sevdiklerimizin yanına vardık sonra. Bana uzun uzun sarıldılar, güzel sözler söylediler. Sen bir kenarda bekledin, galiba seni görmediler. Güzel hediyeler verdiler bana, yün şapkalar, Küçük Prensli kolyeler, arayıp da bulamadığım kitaplar. Çantama gizlice mektup attı birisi, birkaçı dizeler armağan etti, bazıları aradı, bazıları uzak ülkelerden geldi. Ben hepsini büyük sevinçlerle kabul ettim. Benimle paylaşılan bütün güzellikleri aldım sakladım, paketledim, anılar dolabına yan yana dizdim. Sen sadece izledin. Umarım talan etmemişsindir o dolabı ben yokken, anıları hunharca buruşturup atmamamışsındır. Umarım seni bunu yapmaya mecbur bırakmamışlardır. Umarım sen öyle birine dönüşmemişsindir.
Böyle hüzünlü düşünceler yoktu elbet. Gülümsedik bütün gün yan yana. Ama benim gülüşlerim sana hafif bir hüzün veriyor, sezmediğimi sanma. Ola ki unutursan, hatırlatayım: Benim her günüm güzel değildir elbet, ama ben her günü alırım, çizerim, yoğururum, örerim, pastel renklere çevirir yazarım. Ben bütün o günlerden güzel bir buket yapmayı, upuzun sıcacık bir atkı örmeyi bilirim. Sen unuttun mu yoksa? Unuttuysan hatırla ne olur. Sen unutacaksan günlerini boyamayı, benim umut bulutlarım gökyüzünde yok olur.
Sahi, kim oldun sen? Kimi okuduğunu bilmiyorum. Bilmiyorum, acaba dizelerin, satırların bir köşede unutuldu mu? "Sevenin var mı" diyorum, yanıtlamıyorsun, yaşını bile söylemiyorsun. Neler var çantanda, omzunun üstünde göremediğim neler var, ben zorlanır mıyım onları sırtlanırken? Hâlâ atkılar örüyor musun günlerden, genişlettin mi anı dolabını? Renkler soldu mu, yoksa canlandılar mi gitgide? Dürbün duruyor mu? Kırıldı deme ne olur, dayanamam.
Yanıtlıyorsun, duyamıyorum. Duyamam, kurallara aykırı. Sen kuralları değiştirdin mi, oyunları baştan kurdun mu, kaleleri fethettin mi, merak ediyorum. Ama beklemem gerek, şimdi öğrenemiyorum. Sen benden daha sabırlı mısın acaba? İnadın azaldı mı? Saçını boyadın mı, kilo mu aldın yoksa? Ne iş yaparsın acaba, çocuğun var mı? Peki hayallerin var mı? Gerçekleştiler mi, azaldılar mı, silinip gittiler mi, yerlerine yenileri mi geldi? Şimdi gelsem, görsem seni, kendimi tanır mıyım? Değişmesem mi daha iyi, yoksa yepyeni bir sen, yepyeni bir ben mi, bilmiyorum. Kimbilir nerede okuyorsun bunu, kimbilir kim oldun, tahayyül edemiyorum.
Sen beni anımsıyorsun, ben seni tanımıyorum, ancak tahmin ediyorum. Böyle böyle geçiyor günümüz, ikimizin günü. Eve varıyoruz, anne babamızın kucağında buluyoruz huzuru. Tıpkı benim baktığım gibi bakıyorsun onlara, demek bazı şeyler hiç değişmiyor. Biraz sohbet ediyoruz, sen yine sessizsin, ama ikimizin de gözleri kapanıyor, görüyorum. Odama yürüyoruz. Biliyorum, yarın görmeyeceğim seni, yılda bir yapılan bir ziyaret bu. Ama ben unutmak istemiyorum, unutmanı istemiyorum. Senin, benim seni nasıl görmek istediğimi, kim olmanı istediğimi unutmanı istemiyorum. İnsanca bir unutulmama kaygısı içinde, alıyorum kağıdı kalemi, bu mektubu yazıyorum sana ve yarına. Özenle anılar dolabına yerleştiriyorum onu, biliyorum, illa okuyacaksın, illa düşüneceksin, muhakkak beni hatırlayacaksın. Işığı kapatıyorum, yatağıma uzanıyorum, uykuya dalmadan önce mırıldanıyorum: "On dokuzuncu yaş günümüz kutlu olsun.
Sevdiklerimizin yanına vardık sonra. Bana uzun uzun sarıldılar, güzel sözler söylediler. Sen bir kenarda bekledin, galiba seni görmediler. Güzel hediyeler verdiler bana, yün şapkalar, Küçük Prensli kolyeler, arayıp da bulamadığım kitaplar. Çantama gizlice mektup attı birisi, birkaçı dizeler armağan etti, bazıları aradı, bazıları uzak ülkelerden geldi. Ben hepsini büyük sevinçlerle kabul ettim. Benimle paylaşılan bütün güzellikleri aldım sakladım, paketledim, anılar dolabına yan yana dizdim. Sen sadece izledin. Umarım talan etmemişsindir o dolabı ben yokken, anıları hunharca buruşturup atmamamışsındır. Umarım seni bunu yapmaya mecbur bırakmamışlardır. Umarım sen öyle birine dönüşmemişsindir.
Böyle hüzünlü düşünceler yoktu elbet. Gülümsedik bütün gün yan yana. Ama benim gülüşlerim sana hafif bir hüzün veriyor, sezmediğimi sanma. Ola ki unutursan, hatırlatayım: Benim her günüm güzel değildir elbet, ama ben her günü alırım, çizerim, yoğururum, örerim, pastel renklere çevirir yazarım. Ben bütün o günlerden güzel bir buket yapmayı, upuzun sıcacık bir atkı örmeyi bilirim. Sen unuttun mu yoksa? Unuttuysan hatırla ne olur. Sen unutacaksan günlerini boyamayı, benim umut bulutlarım gökyüzünde yok olur.
Sahi, kim oldun sen? Kimi okuduğunu bilmiyorum. Bilmiyorum, acaba dizelerin, satırların bir köşede unutuldu mu? "Sevenin var mı" diyorum, yanıtlamıyorsun, yaşını bile söylemiyorsun. Neler var çantanda, omzunun üstünde göremediğim neler var, ben zorlanır mıyım onları sırtlanırken? Hâlâ atkılar örüyor musun günlerden, genişlettin mi anı dolabını? Renkler soldu mu, yoksa canlandılar mi gitgide? Dürbün duruyor mu? Kırıldı deme ne olur, dayanamam.
Yanıtlıyorsun, duyamıyorum. Duyamam, kurallara aykırı. Sen kuralları değiştirdin mi, oyunları baştan kurdun mu, kaleleri fethettin mi, merak ediyorum. Ama beklemem gerek, şimdi öğrenemiyorum. Sen benden daha sabırlı mısın acaba? İnadın azaldı mı? Saçını boyadın mı, kilo mu aldın yoksa? Ne iş yaparsın acaba, çocuğun var mı? Peki hayallerin var mı? Gerçekleştiler mi, azaldılar mı, silinip gittiler mi, yerlerine yenileri mi geldi? Şimdi gelsem, görsem seni, kendimi tanır mıyım? Değişmesem mi daha iyi, yoksa yepyeni bir sen, yepyeni bir ben mi, bilmiyorum. Kimbilir nerede okuyorsun bunu, kimbilir kim oldun, tahayyül edemiyorum.
Sen beni anımsıyorsun, ben seni tanımıyorum, ancak tahmin ediyorum. Böyle böyle geçiyor günümüz, ikimizin günü. Eve varıyoruz, anne babamızın kucağında buluyoruz huzuru. Tıpkı benim baktığım gibi bakıyorsun onlara, demek bazı şeyler hiç değişmiyor. Biraz sohbet ediyoruz, sen yine sessizsin, ama ikimizin de gözleri kapanıyor, görüyorum. Odama yürüyoruz. Biliyorum, yarın görmeyeceğim seni, yılda bir yapılan bir ziyaret bu. Ama ben unutmak istemiyorum, unutmanı istemiyorum. Senin, benim seni nasıl görmek istediğimi, kim olmanı istediğimi unutmanı istemiyorum. İnsanca bir unutulmama kaygısı içinde, alıyorum kağıdı kalemi, bu mektubu yazıyorum sana ve yarına. Özenle anılar dolabına yerleştiriyorum onu, biliyorum, illa okuyacaksın, illa düşüneceksin, muhakkak beni hatırlayacaksın. Işığı kapatıyorum, yatağıma uzanıyorum, uykuya dalmadan önce mırıldanıyorum: "On dokuzuncu yaş günümüz kutlu olsun.
"Siz insanlar, zamanı ölçmek için türlü türlü yollar buldunuz, ama bilin ki hayatın kendisi lotus çiçekleriyle ölçülür."
-Miriam Henke