Dün (kendime) sözünü verdiğim yazıyı yazıyorum şimdi. Fark ettim ki, blog uzun zamandır şiirlerden, kısa sözlerden, hislerden oluşuyor. Size hayatımdaki küçük detayları anlatmayı bir hayli ihmal etmişim. Ülkede devam eden bir seçim var, ama ben bir türlü umutlu olamıyorum ve şimdi dışarıda olanları unutarak kendi hayatımdan bahsedeceğim bencilce.
Hiçbir Şey Olmamışçasınalar ülkesinin Her Şey Yolundaymış Gibiler kentinden canlı yayındayız.
Cuma saat 15.00 itibariyle koca bir okul yılı sona erdi. Okulu seviyorum, insanlarını da öyle. Hele bu sene gönlümce oluşturduğum ders programı, kimyamın mükemmel tuttuğu hocalar ve kendimden memnun kaldığım bir performans olunca keyifli bir seneydi diyebilirim. Hem ben, hem de çevremdikler okuldaki her şeyi farkında olan, güzel işlerin başını çeken insanlar olduk. Küçükken üst sınıflara bakar özenirdik, şimdi daha genç gözlerin bize özenerek baktığını bilmek güzel bir his.
Yine de "Artık üniversitede olmalıyım" hissini bir türlü atamıyorum. Okullarda hazırlık olması biraz yanlış galiba, lise dünyanın en harika lisesi bile olsa beş sene bünyeye fazla geliyormuş. Ayrıca bu sene elde ettiğim her şey bana yanında yorgunluk da getirdi. Önümüzdeki yıl bir misafir havasında gideceğiz galiba okula.
(Şu anda Radyo Eksen'de The Beatles çalmaya başladı, I'm Only Sleeping. Radyo Eksen de olmasa halimiz fena.)
Okul kapanmadan önce Türkçe edebiyat dergimiz, okul gazetemiz ve Tarih dergimiz çıktı. Masaların üstünde yan yana duran bu üç kaynağın ikisinde editör birinde de yazar olmam benim kafayı yazmakla ne denli bozduğumu kanıtlıyor sanırım. Edebiyat dergisinde ilk defa şiirimi yayımladım. Birsürü insan gelip beğendiğini söyledi, bir tanesi gözlerimin önünde okudu, gözleri doldu. Etkilendim ve çok mutlu oldum. Düzyazılar tamam, ama şiirde kendime pek güvenmiyordum, zaten çok az şiirim var. Galiba artık onları daha fazla paylaşacağım.
Sınavlar biter bitmez nicedir yolunu gözlediğimiz boş zamanlar ve gezmeler başladı. Cuma akşamı Taksim, uzun uzun sohbetler, ihtiyacını duyduğumuz bir gece. Cumartesi sabahı çok tatlı bir insanın doğum gününü açıkhavada, yeşillikler içinde bir brunch'la kutladık. Çok çok keyifliydi her şeyiyle. Ah şu haftasonu kahvaltıları, evrenin bize arada bir hediye ettiği renkli şekerlemeler gibi.
MFÖ'ye gidecektim, işim çıktı gidemedim, ama güzel konserler bekliyor beni yakın ve uzak gelecekte. Bugün N. ile görüşmeye gidiyoruz, onun sınavından önce bol bol sohbet ve moral vermece. Çok seviyorum onu.
Sonra beklemediğim bir değişim oldu. Annem odamda yenilikler yapacağını söyledi, tamam dedim. Geçen Pazar 16.00 gibi salonda uyuyakalmışım. 17.30'da uyandığımda odamdaki masa gitmiş, yeni dolap ve kitaplık gelmiş, yatağın yeri değişmişti. En başta yadırgadım, ama uğraşlar sonucu çok güzel bir oda oldu galiba. Bahar kadar çiçekli bir yatak örtüsü, cibinliği, hemen yanında komidin var. Sizde nasıl bilmiyorum, ama benim başucu kitaplarım hakikaten başucumda duruyorlar. Okuduğum ve sırada bekleyenler güzel bir yığın.
Dolabımın içi sadece yazlıklarla dolu şimdi, dünyanın en güzel renk cümbüşü. (Ama kilo verdiğim için büyük kısmı bol geliyor. Yeni şeyler almam gerekecek. Şikayetçi miyim? Asla.)
Sonra kütüphanemde de değişiklikler oldu. En üst rafı sadece beyaz kitaplara ayırdım, çoğu Can Yayınları. Ufak da bir kağıt iliştirdim: "Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler." Onun hemen altındaki raf ise yalnızca siyah kapaklı kitaplardan oluşuyor. Öyle güzeller ki, fotoğrafını paylaşmak istiyorum sizinle en kısa zamanda.
Maalesef onun altında pek bayılmadığım test kitapları rafı oldu. Ama olsun, o rafta da Zeynepcem duruyor. Zeynepcem benim balığım, bana 19 Mart'ta geldi. Bir arkadaşı daha vardı ama o erkenden öldü. Zeynepcem tupturuncu direniyor, haftaya 3 aylık olacak, üstelik büyüdü bile. Belki aptalca ama alıştım ve bağlandım balığa, umarım başına bir şey gelmez.
Abbey Road posterim hâlâ asıldı. Yanına çerçeveler asıyoruz şimdi, mutlu fotoğraflar, güzel anılar. Sonra kalorifere mıknatısla tutturduğum kağıt, tam da yattığımda okuncak mesafede, bana Kaybedenler Kulübü'nden şu sözü fısıldıyor: "İyi geceler sayın dinleyen, tabii eğer böyle bir şey mümkünse."
Düzenlemeleri yaparken kitaplara elbette ki göz attım. Çiçek Senfonisi'ni çevirirken, daha önce görmediğim bir nota rastladım. Okuduğunu biliyorum, belki istemez kim olduğunu söylememi, o yüzden paylaşmıyorum, ama öyle harikaydı ki aylar önce aldığım bu kitabın içindeki nota yeni rastlamak. Mutluluktan gözlerimi yaşarttı bu not, bu incelikle düşünülmüş sürpriz. Ufacık alıntılamak istiyorum: "Bu notu bulduğunda kimbilir nerede, nasıl bir ruh hâli içinde olacaksın, bilemiyorum. Geleceği kestirmek zor." Sonra anlatmış uzun uzun. Aslında kısacık kelimeleri, ama ifade ettikleri uzun, upuzun. Sonuna eklemiş: "İyi ki varsın." Asıl sen iyi ki varsın, iyi ki birlikte varız.
Son olarak, sene boyunca kullandığım parşömen rengi ajandanın çok yıpranması ve az sayfası kalması üzerine, okulun bitmesini de güzel bir milat sayarak yeni ajandaya başladım. Bordo bir Moleskine, sketchbook diye sattıklarından galiba, kapağı ince, zarif zarif çizgili sayfaları var. Aslında üçüzdü bunlar. Bir tanesi şimdi ajandam, öbürü boş durur, sırasını bekler. Üçüncü kayıp kardeş artık benim değil, nerede durur, ne işe yarar, çöpte midir, bir çekmece dibinde kırışmakta mıdır, bunu ancak sahibi bilir. Belki de önemi yok. Tüm sakinleri öldükten sonra ne anlamı var antik kentlerin?
Yeni ajandayla, yeni odayla, cildi eski benim için yeni kitaplarla, yeni hikâyelerle, inanması güç olsa da, içime umut doldurmasa da, yeni bir mevsimdeyiz artık.
Size hangi şarkıyı hediye etsem bilemedim, o yüzden an itibariyle Radyo Eksen'de çalanı gönderiyorum en basitinden: East Harlem - Beirut
2 yorum:
gözyaşları biriktirdim bu postu okurken çiçekgözlükız, seni o kadar çok sevyorum ki.....
zeynepcem <3
Yorum Gönder