Yılın en uzun gündüzünü yaşadık.
Bakış açınıza göre en kısa gece olarak da düşünülebilirmiş, bugün öğrendim.
Bir iki hesaplama sonucu en kısa geceyi tespit edebilenler, bir de en az sıkıntılı geceyi bulsalar keşke. Hangi gün uyku tutmayacak, hangi gün yatağında dönüp duracaksın, söyleseler. Biz de o gecelerde meşgaleler bulsak, kolayca bitip gitse.
Bugün adını hak edercesine uzundu gün. Üzerime olan kıyafetim kalmadığı için (mecburen) alışverişe gittim. Uzun zamandan beri her denediğim istediğim gibi oldu, hatta tezgahtar bana x-small beden satmaya çalışmakta ısrar edip "E zaten inceciksiniz" diyerek mutlu etti. Eh tabii ki xsmall giymiyorum, zaten o garip hastalıklı küçük bedeni giymek de istemiyorum, ama eskisinden küçük beden kıyafetlerle dolu poşetleri taşıyarak dükkandan çıkan her kız mutlu olur. Ben de oldum.
Yarın çok sevdiğim iki insanın doğum gününü kutluyoruz. Hevesle mutfağa girdim, onlara bir şeyler hazırladım. Çok seviyorum mutfakta olmayı, gelenekselinden deneyseline tarifleri hayata geçirmeyi. İşin güzel yanı galiba bu işi iyi beceriyorum. Makaron yapmışlığım bile var vaktinde. Bazen kanımdaki anneanne geni baskın çıkıyor, "Herkesi doyursam" diye düşünüp mutlu oluyorum.
On sekiz yaş doğum günümde iki adaş arkadaşımdan biri mutfak önlüğü, biri de yemek defteri aldı bana, birbirlerinden habersiz olarak. Bol bol kullanıyorum ikisini de, bugün markete yemek defterimle gittim malzemelere bakmak için, deliymişim gibi baktılar nedense.
Yemek yapmak birini sevmek gibi aslında. Elindekileri karıştırıyorsun, emek veriyorsun, ortaya sadece senin elinin lezzetiyle oluşabilecek özel bir tat çıkıyor, kimsenin yemeği seninkiyle bir olamaz. Sonra o çok sevdiğin birilerine tattırıyorsun, o doysun, onun yüzü gülsün diye. Ama bu dünyadaki aç sayısının karnı tok mutlu insanlardan katbekat fazla olduğunu da hatırlamak gerek bu benzetmeyi yaparken.
Sindirellacılık kuralını uygulamaya çalışıyorum olabildiğince. Norwegian Wood bitti, şimdi Anayurt Oteli'ni okuyorum. Kitabı Kadıköy'de yeni keşfettiğim bir kitapçıdan aldım, ismi Haymatlos Kitabevi. Yerini tarif etmek güç, ama bilen bilir, Film Arası'nın orada. Geçerken duvarda Kafka'nın resmi olduğunu, bir de içerideki Çavdar Tarlası'nda Çocuklar kitabını görüp hususi gittim. Güzel kitapları var, üst katı da resim galerisi olarak düzenlemişler, yakında cafe de olacakmış. Sahibiyle ayaküstü sohbet ettik, güzel planları var, az bilinen edebiyatı ayakta tutacak bir yer olacakmış onun gönlünce olursa her şey.
Bence zaman zaman uğramakta yarar var, o koca mağaza zincirlerinden almaktansa böyle yerlerden alın yeni kitaplarınızı. Tabii benim gibi eski kitap aşığı değilseniz. Aynı sokakta bir de "Bizim Sahaf" var, aynı gün oradan da Sokrates'in Savunması'nı aldım.
Fazla günlük havasında oldu bu kez, ama ne yapalım, içimden böylesi geçti.
İçinden geçmek demişken, hani çoğu zaman içinizden şarkılar geçer, aklınıza takılır ya, benim içimden bazen şiirler geçiyor. Bir iki dizeye takılıyorum, tekrar tekrar okuyor o dizeleri aklım. Bu sefer Cemal Süreya düştü aklıma, bütün gün döndü durdu içimde:
"Onunla aşkımız, o diyorum ona
Bir kez söylenmiş ve istense de
Bir daha geri alınamaz
Kırıcı sözler gibiydi."
Şiir diye bir şey oldukça benim gibilerden adam olmaz. Teoman'ın o eski şairane havasını taşıyan şarkıları için de aynı şey geçerli. O "Kent Ozanları" albümündeki Teoman olsa hep, hep o tondan şarkı söylese daha mutlu olurdum. İşte tam da bu havada olan, ama daha önce her nasılsa hiç duymadığım bir Teoman şarkısı keşfettim bu gece.
Öyleyse armağanı olsun en kısa gecenin: Yollar - Teoman.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder