Hep demişimdir "Yolculuklarda derin anlamlar bulurum" diye. Yine öyle.
Kaç gündür Lahey'deydim arkadaşlarımla. Sonra 2 gündür Amsterdam'dan bir kez daha nasibimi aldım. Bu çarşambaya kadar da Brüksel'de olacağım.
Güzeldi, çok güzeldi hem de. Anlatmakla bitmez elbet. Öyleyse geziden spotlightlar: (Fotoğraflar bizzat benim, dokunursanız Ezel gelip yaş odunla dövüyor.)
- Atatürk Havalimanı Dış Hatlar Starbucks'tan paşa çayı istediğinizde, çayınıza buz atıyorlar. Zekanın önde koşanı.
- Eğer resmi bir ortamda yaptığınız işle öne çıkmak, hatırlanmak istiyorsanız siyah giymeyin.
- Lahey'de bir restoranda fare görüp kıçınızı yırttığınızda size gülerler, sonra da "Napalım onlar 14. yüzyıldan beri burdalar" derler.
- Bu mevsimde yurtdışında olanlar indirim reyonlarına uğramalı mutlaka. 10 €'ya kırmızı topuklular almak mümkün.
- Her milletten insanın olduğu bir toplumda, sizin en iyi anlaştığınız sıcakkanlı insanlara dikkat edin. Yunan oldukları 3 dakika içinde ortaya çıkacak. Seviyorum bu yakın kültürümüzü.
- T-Boxtan her şey alınırmış da, şemsiye alınmazmış. En ufak rüzgarda ters döndü durdu.
- Avrupa'nın herhangi bir kentinde birinin hakkında sesli olarak dedikodu yapmayın. Türk çıkma ihtimali çok yüksek.
- 1 haftadır görmediğiniz anne babanızı Amsterdam'da bir kilisenin camının arkasından görüp koşup sarılarak kendi film sahnenizi yaratabilirsiniz.
- Bir şehri yürüyerek gezmek her şekilde gezmekten daha iyidir. Donmaya mahkum olsanız da.
- Amsterdam dünyanın en güzel evlerine sahiptir. Perdeler açık, içeriyi görmek ve özenmek mümkün. Oldukça ödenebilir fiyatlaraymış hem de. Hepsi zevkli, hepsi güzel koltuklu, kocaman kitaplıklı, modern mutfaklı, hepsi yaşanası. Bu yüzden hayatımın birkaç ayında Amsterdam'da yaşamaya karar verdim. (Mümkünse yazın) Bisikletim de olacak tabii.
- Otelde kalıyorsanız oda arkadaşı mühimdir. Hep eğlenmeniz, anlaşmanız, hatta dedikodu yapmanız şarttır. Size giderken kartpostal bırakıp duygulandırması opsiyoneldir. S.'yi sevmek şarttır.
- Sırf blogumu okuduğu, sırf beni dinleyip anladığı, Hollanda marketlerinden bana Flamanca bir alışveriş listesi bulup getirmesi, je fais du velo'yu bu dünyadaki en mükemmel kız yapıyor. (taranmış hali gelecek postlarda) Sonsuza dek saklayacağım.
- Rory'le alınan fular: 2 €. Dükkandan çıkarken gitar çalan sokak müzisyeninden "Here Comes The Sun" dinlemek: Paha biçilemez. İşte fotoğrafını çekemiyorsun bazı anların.
- Amsterdam'da Heineken Experinece denen yere gitmek şart. Öyle eğlenceli ki! Mesela bira makinesi var. Giriyorsun, seni biraya dönüştürüyorlar, köpük olsun, arpa olsun. Anlatmakla olmuyor, gidenlerin mutlaka ziyaret etmesi lazım. Kendi adına özel Heineken'in de oluyor mesela. Koca koca kazanlar görüyorsun bir de.
- Alberthein Hollanda'nın en süpersonik marketidir. Karamel stroopwaffle en leziz ürünüdür. (Erkenden gidip almalı, akşama kalmıyor)
- Mesela Jamin denen şekerci zincirine de uğramalı. Fare şekerler, vampir dişleri, jelly beanler, balık şekerler ve ucuz Fisherman's Friendler şiddetle tavsiye olunur. Meyankökü olan siyah şekerlerden ise kaçılmalı.
- Ristorante Tivoli'ye de gidin mesela. Ordaki esmer garsona selam edin. O ne eğlenceli bi insandır öyle. Pizza Margarita ve Spaghetti Napolitene denenmiş ve onaylanmıştır.
- Amsterdam'dan sonra Belçika ilk bakışta mutlaka sıkıcı görünecektir. Ankara gibi bi şehir zaten, güzel ama ciddi.
- Brüksel'de Tenten mağazasına uğramak ve Don Kişot heykeliyle resim çektirmek bu blogun her okuyucusuna iyi gelecektir.
- Atomium'u da görmek lazım. Ben mesela Bilim Çocuk kartlarında görmüştüm, yıllardır merak ederdim nerede diye, bugüne kısmetmiş.
- Brüksel'de öksürük şurubuna benzeyen frambuazlı biralara kadar 400 çeşit bira var. Ayrıca her yerde burnunuza 3754230 çeşit tatlı ve patates kızartması sokacaklar. O yüzden her türlü yeme-içmeden tez elden nefret etmeniz mümkündür. Ben uzun bi süre tatlı görmek istemiyorum mesela.
- Brüksel'de yaşayan 30 yaşındaki 2 numara saçlı şişman erkekler Dalin şampuan kullanıyormuş.
- "Notes for my Daily Life" defterimin pembesini ve Fransızcasını gördüm. Paranın ve Belçikalıların gözü çıksın ki, cimriliğimden alamadım.
- Ben midyeden hoşlanmıyorum, ama sevenler için Leon denen midyecide tencereyle yemek mümkün.
Şimdilik bu kadar! Aslında daha derinleri de var, ama bu bir gezi yazısı olarak kalsın şimdilik. Her "yolculuğun" gerçek anlamı kadar manevi anlamı da olması mevzusuna sonra değinirim belki.
O zaman hafta boyunca aklımda dönüp duran beşinci ve keşfedilesi şarkı hepimize gelsin:
"I think that possibly
Maybe I'm falling for you.
Yes there's a chance that
I've fallen quite hard over you."
Falling in Love at a Coffee Shop - Landon Pigg
5 yorum:
SONUNDA O ŞEMSİYELER HAKKINDA BENİM GİBİ DÜŞÜNEN BİRİ DAHA. bir de o kadar güzel yapıyorlar ki insana almamak gibi bir seçenek bırakmıyorlar. benim gibi gerizekalı müşterileri şemsiyeleri ters dönünce tekrar t-box'tan alıyor zaten.
acayip keyifli bir gezi yazısı olmuş. sabah sabah mini avrupa turu yaptım sayende.
şu gezi yazarı konseptini en son bana yamamaya çalışmıştın ama cık, yaşama keyfi açısından en azından şimdilik çok daha öndesin.
yazıda "here comes the sun" ve "bira makinesi" favorilerim..
dontcopmybloguuum! çok güzel bi yazı olmuş. ciddeeeeen!
özellikle rory'li kısmında kendimi yine orda hissettim. rory ile dontcopymyblog arkadan yürüken "six" adlı mağazada indirim olduğunu görür. ikisi de 2şer euro'ya şalımsı atkımsı şeyler alırlar. zaman geçer. angie arar. "nerdesiniz be!"
yüzlerdeki mutluluk her şeye değmiştir halbuki. :)
bi de şey de yazılabilir.
-amsterdam sokaklarında gezerken özellikle de grup yorulmuşsa kavga etmemek gerekir. mesela iki torbayı yere atmaktan kıyamet gibi bi kavga ortaya çıkabilir. ve sonra herkesin siniri bozulabilir. boş yere.
Eline sağlık, pek eğlenceliydi! Peki eğlenceliyse ben niye duygulandım? Neyse bakma sen bana, çok eğlenceliydi.
*stroopwaffle!*
Yorum Gönder