did you go and make promises you can't keep?
well, when ya break them, they break you right back
amateur mistake.
Nedense kalemi elime her aldığımda, yazmakla ilgili yazarken buluyorum kendimi. Bu eylemi tüm benliğimle o kadar çok seviyorum ki, hakkında konuşmadan, yazmadan edemiyorum. Yazmayı, yazar olmayı, hikâye anlatmayı düşündüğümde çocukça bir coşkunluk kaplıyor içimi. Belki komik ama, neredeyse ağlayacak gibi oluyorum. Bu dünyaya neden geldiğimi düşünecek olursam, hep hikâyelerde buluyorum yanıtı. Bir gün ölüm döşeğinde olsam ne yapmamış olursam pişman olurum diye düşünüyorum, yanıtı hep aynı oluyor: yazmamış olursam. Yazmamış olursam eksik olacağım, bu dünyaya sanki boşuna gelmiş olacağım, yarım kalacağım. Öyle gürül gürül bir anlatma isteği var ki kalbimde, neredeyse dizlerimin üstüne çöküp yakaracağım. Hikâyelerin kendisini bile aşan, geride bırakan, boğuveren bir hikâye anlatma arzusu.
Bu bloga düzenli olarak yazdığım zamanlarda, her zaman sınırsızca yazabileceğime dair sarsılmaz bir inanç vardı kalbimde. Sanki seneler de geçse, dünya yerinden de oynasa ben yazar olacağım. Öyle koyu bir inanç ile kaplıydı yüreğim. Şimdilerdeyse bunu akan bir hayatın içindeyken nasıl yapacağımı bilemezken buluyorum kendimi. İnsan bir işte çalışırken, faturaları öderken, işbirliğiyle de olsa bir evi çekip çevirirken, hayatını idame ettirirken aynı zamanda nasıl yazabilir? İçindeki hikâyelere iki arada bir derede nasıl elini uzatır, karakterlerini nasıl tanır da kağıda döker? Sanki tüm bunları yapmak için kusursuz bir sessizliğe ihtiyaç duyuyorum. Bir mesai çıkışına hikâyeleri sığdıramıyorum. Bir taraftan mevsimler geçiyor, bir şeyler yapıyor, bir şeyler yazıyor olmak istiyorum. Orhan Pamuk'un "Ben yazar olacağım" diye odasına kapanıp çalışabilme lüksüne özeniyorum doğrusu.
Bunu buraya fısıldamak istedim. Umarım ileride dönüp baktığımda "Ne kadar boşmuş bu kaygı, yine de hikâyelerimi anlattım işte" diyebilirim.
Bir şekilde halledeceğiz, bakalım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder