29 Eylül 2018 Cumartesi

29.09.2018

İstanbul koca bir kara delik olarak duruyor hafızamda. Son zamanlarda, özellikle iş bulmakta zorlanırken ve maddi kaynaklarım hızla tükenirken o kara deliğe doğru son hızla çekilir oldum. Dönüp sevdiklerimi görebileceğim için seviniyor olmam gerekirdi sanırım, ama içimde öyle bir duygu bulamıyorum. Düşündüğüm İstanbul'a dönebilmek için yalnızca mekanda değil, zamanda da yolculuk etmem gerekiyor zira, boylamların da ötesinde. Bir zamanlar sevdiğim şeylerin artık orada olmadığını bilmek bana acı veriyor. Belki kampüsler, ağaçlar, yollar ve kediler hala orada, ama aynı insanlar, aynı bağlar, aynı duygular yok. Herkes kendi telaşında, çoğumuz kaçışıp dağıldık, kimimiz koptuk. Hikayelerin yaşandığı mekanlara dönmenin hiçbir anlamı yok artık; hepsi perili evden farksız. Dönersem terk edilmiş bir boşluğun bekçiliğini yapıyor gibi hissedeceğim. Boşluğu görmemek daha iyi, en azından insan hatırlamıyor. Çoğu zaman.

Bu bahsettiklerim hem kişisel hem de toplumsal kayıplardan kaynaklanıyor. Yirmili yaşlara adım atmak, mutlu ve mutsuz bir sürü anı edinip olgunlaşmak herkesin hayatında var. Bizim izlediğimiz bu çizgiye coğrafyamızın da eşlik ettiğini düşünüyorum. Umudu hissettiğimiz son günlerdi sanki yetişkin hayatımıza başladığımız ilk zamanlar. Bizler hayal kırıklığına uğrarken, bir yerlerden reddedilirken, arkadaşlıklar koparken sözümüzün geçemediği o yüksek yerlerde de bir şeyler koptu. Mesela benim ilkgençliğimin Taksim'i; sadece ben oraya aynı arkadaşlarla gitmekten caymadım, mekan da bizimle beraber parçalarına ayrıldı, ufalandı, rüzgarda dağıldı. İstanbul'u ve kaderimizi kendi hayatımın bir metaforu gibi görmeye başladım, ya da tam tersi.

Tekrar aynı acıları, korkuları, hayal kırıklıklarını yaşamaktan korkuyorum sanırım. En azından buradayken yalnızlığın mesafelerden kaynaklandığını iddia edebiliyorum. Dönersem eğer, kimsesizliğin, ya da birkaç-kişiden-ibaret-oluşun tek sebebinin aradaki okyanuslar olmadığını hatırlamak zorunda kalacağım.

Bir de benim kabul ettiğim, ama hayatımdaki bazı insanlara kabul ettiremediğim yetişkinliğim var tabii. Onu yitirmekten de korkuyorum dönersem. Dönersem, aynı karanlıklara dönersem?

Dönmemeliyim. N'olur.

Fazla karanlık oldu, üzgünüm.

13 Eylül 2018 Perşembe

12.09.2018

Dün gece, hiç sevmediğim floresan ışıklarla aydınlatılan, her nasılsa yine de bana tuhaf bir mutluluk veren marketten diş fırçası kapağı almıştık. Çin'de yapılmış, ucuz bir paket içinde yan yana sıralanmış dört kapak: Mavi, yeşil, sarı, mor.

Maviyi, yeşili, hatta sarıyı değil de moru seçtin. Böyle şeyler beni sana bağlıyor.

7 Eylül 2018 Cuma

07.09.2018

Uzun süre, düşündüğümden çok uzun süre aradığım şey sanırım özgürlükmüş. Özgürlük, geceleri arabalardan ışıldayan şehirlere bakarken hissettiğim şey. 

Amerika'ya geleli bir sene oldu. Buralarda hissettiğim şey iyi olsa gerek ki, yakın zamanda dönmem gerekmesin diye dilekler diliyorum içimden sürekli. Ya da aklıma geldikçe.

Çoğu zaman aklımda olması gereken şeyler aklıma gelmiyor. Bazı düşüncelerden ve onların getirdiği hislerden korktuğum için bomboş ekolarda sağır ediyorum kendimi. Çoğu zaman ne söylendiğini bile dinlemediğim videolar açıyorum, arkaplanda o beyin uyuşturan sesi dinlerken görüntülere bile bakmıyorum. Sadece belli hamlelerin tekrarını gerektiren, düşüncelerden ziyade reflekslere dayanan iki tane aptal oyunu oynayarak el oyalıyorum. Oyalıyorum, kendimi. Neden? Sırf kendimi duymayayım diye. Neyi duymaktan korkuyorum? Emin değilim. Kendimle ilgili olduğu kesin sadece.

Zamanla silinip gideceğini düşündüğüm hallerin solgun ama kenarları keskin biçimde içime işlendiğini hissediyorum. Uzun zamandır düşündüğüm, bir süredir dillendirdiğim gibi, yetişkin olarak geçirdiğim yılların çoğunu adeta hatırlamıyorum. Aslına bakarsanız anıların başkalarının zihninde nasıl çalıştığına dair net bir fikrim yok. Belki de herkes için geçmiş kısacık bir rüzgardan ibarettir. Evet, belki durup düşünürsem yaptıklarımı, gördüklerimi, gittiklerimi sayabilirim, ama bunun okuduğum bir kitabı ana hatlarıyla anlatmaktan daha farklı olmadığını hissediyorum. Kendi geçmişimi düşünürken sıkıcı bir ofiste bir yabancının özgeçmişine bakar gibi hissediyorum: Madde madde önemli noktalar yazılı, ama onların nasıl geçtiğine, nasıl yaşandığına, nasıl hissedildiğine dair kocaman bir boşluktan ve belki çok silik bir resimden başka hiçbir şey yok. Belki de geçmişi düşünerek hatırlamak değil de hissetmek gerekiyordur. 

Geçtiğimiz bir seneye dair de ne hatırladığımdan emin değilim. Bazen, mesela şu anki gibi güçlü ve cesur hissettiğim anlarda, her şeyi daha net hatırlıyor, kendi hayatımı kurmakta kat ettiğim yoldan gurur duyuyorum. Ama çoğu zaman, korkular üstüme çöktüğünde, yaşadığım her şey çok uzak ve yabancı geliyor. Bunu sadece edebi olsun diye yazmıyorum. Anlatması zor, ama her şey bir rüyadan ibaretmiş, dünyanın herhangi bir yerinde herhangi biri olsam da fark etmezmiş, her şeyin dışındaymışım, tüm dünyaya uzaktan bakıyormuşum gibi geliyor. Dünyadaki hem en rahatlatıcı hem de en korkutucu hislerden biri bu. Bu noktada ne anlatmaya çalıştığımı okuyucumun hiç anlamamasını diliyorum. Eğer okuyucum kaldıysa tabii.

Ben her şeyin dışında gibi hissederken günler, haftalar, aylar ve yıllar geçiyor. Elimdeki şeyler, çok şükür ki bazılarının haricinde, solup gidiyor. Yalnızlaşıyorum. Şimdiden bunu söylemek komik belki ama, yaşlanıyorum. Her şeyden anlamsızca korkuyorum. Tüm bu korkuların kafamın içinde olduğunu biliyorum, ki bu beni daha da çok korkutuyor. 

7 Eylül 2018'in ilk saatleri, Chicago'da 24 saat açık bir Starbucks'ta oturuyorum, daha az yalnız hissedeyim diye. Ne mutluyum, ne mutsuzum, gidip geliyorum. Bazen her şey çok net, bazen hiçbir şey göremiyor gibiyim. Neden anlatıyorum bunu bilmiyorum. Sanırım daha az yalnız ve daha çok ben gibi hissedeyim diye.