İnsanın dışını güneş, içini hayat yakıyormuş
Üstüne üstlük ikisi de iyileşiyormuş
Tek farkla, ilki hiçbir şey olmamışçasına
İkincisi unutulmamacasına
O nasıl Hazirandı öyle.*
Bu Temmuz gününde yine odamda oturuyorum, kahve içiyorum, Ortaçgil dinliyorum. Balkon kapısı açık. İçeriye hava doluyor, dışarıya müzik sızıyor, zaten ikisi de hayat demek. Bu sefer biraz başka, çünkü bu sefer özlemişim bunu.
Çok uzaklardan olmasa da yoldan geldim. Şimdi anlatmak istiyorum, özetlemek istiyorum, nereden başlayacağımı bilmiyorum. Her eve dönüşümde dışarıda olanlar sanki masalmış gibi geliyor, iyi ya da kötü, sanki hiç olmadı, hiç yaşanmadı. Anıları seviyorum, bugünü ve yarını unutmadan düne yapışmaya çalışıyorum. O yüzden hep yazıyorum ya zaten. Belki de bu yüzden yıllara yenilince alzheimer olmaktan korkuyorum mesela. Anıları çalınmış bir insan nasıl devam eder bilmiyorum. "Anılar bizi yalnız bırakmaz" diyor Yeni Türkü, ama hemen ardından ekliyor: "Yalnızız yine de."
Haklı, herkes yalnızdır daima. "Bir tek sen kalıcısın. Hayatının sonuna kadar bir tek sen varsın senin için, senin içinde" demişti bana birileri bir zamanlar. Hak verip saklamışım bu sözü. Mesela ben şanslıyım, etrafımda sevildiğimi hissettiren çok fazla insan var. Onlarla vakit geçirmek, konuşmak, gülmek gibisi yok. Ama belki insan doğası, belki de tek çocuk olmanın alışkanlığıyla bir süre sonra yalnız kalmak istiyorum ben. Günde bir iki saat yalnızca benim olsun, yalnız benim olsun, yalnız benim olsun.
Çok güzel bir haftadan döndüm geldim, kalabalık bir haftadan. Bavulların, seyahat fırçalarının, küçük boy saç kurutma makinelerinin, kameraların, anı defterlerinin haftasından. Koca bir gün İzmir'i gezdik boyozuyla, Kordon'uyla, kumrusuyla, Alsancak vapuruyla. (Kendime not: Bu dünyada hiçbir ikili Boğaz-vapur ikilisinden güzel olamaz.)
Sonra Aydın'da ufacık bir beldeye gittik, yazın bomboş kalmış bir üniversite yurduna yerleştik. Kısa zamanda benimsedik orayı, bir düzen oturttuk. Güzel insanlar vardı hep grubumuzda, kaynaştık, birbirimizi çok sevdik. Yemşyeşildi kaldığımız yer, perdeleri kapamadık geceleri, sabahları yüzümüze vuran güneşle uyandık. Hazırlandık, bahçedeki çardakta buluştuk her sabah. Zaten çardak bizi hiç özlemedi, çünkü geceleri de oradaydık biz ve sohbetlerimiz.
Yollar yürüdük her sabah, güneşli, taşlı, yokuş yollar beraberken kısa geldi. İlk kez yürümekten ayakkabı yırttım hayatımda, ama ne hikmetse ağrımıyor hiç ayaklarım. Güneşte yandık hem de alaca bulaca, ama pek umursamadık sanki. Çok güzel bir okulun binasını kullandık. Zor ama şirin çocuklarla çalıştık. Kesinlikle yorucuydu, ama zamanla alıştık, onlar da sevdi bizi. Hiç yadırgamadılar bizimle oynarken, elimizi tutarken. Haftanın sonunda ürünlerimizi ortaya koyduk, sahneye çıkarkenki heyecanları için bile değerdi her şeye. Öyle büyük şeyler çıkartmadık belki, ama önemli olan beraberce bir şeylere imza atmaktı, onları mutlu etmekti. Onlar zar zor ama mutlu ayrıldılar bizden.
Her akşamüstünden itibaren gün bizimdi. Odalarımıza çekilip dinlendik biraz, sonra yemeklerimizi yedik. Başka zaman olsa uğramayacağımız çay bahçesi her geceki durağımız oldu. Sık sık otobüse atladık yakındaki ilçeye gittik, gezdik keşfettik. Sokak ortasında Macarena çalıp dans ettik, deli muamelesi gördük. Neredeyse her gece düğün "bastık," bahçede yapılan köy düğünlerine daldık gönlümüzce oynadık. Hiç duymadığımız şarkılar öğrendik, üstüne üstlük yürekten söyledik. Gece olunca önce çardakta, sonra odamızda sohbetleri sürdürdük. Bazen öyle yorulduk ki ayakkabılarla uyuduk. Üç kız sabahlara kadar konuştuk.
Tüm bunlar olurken hep beraberdik, hep konuştuk, hep güldük. 2011'ın başından beri attığım kahkahaların yirmi katını attm belki ben orada. Saçma sapan kelimelerle konuştuk, sadece kendimiz anlayıp yine kendimiz güldük. Çok kahve içtik, çok fal baktık, doğru çıktıkça korktuk. Beklenmedik haberlerle şaşırttı bizi bazıları, bir kez daha hayatın akışına şaşırdık. Her gün uzun uzun, bir yandan da hızlı geçti. Geriye avuç avuç kahkaha dolu anı, birsürü fotoğraf ve güzel arkadaşlıklar kaldı.
Gruptan bir arkadaşım diyordu ki "Bitti diye üzülme, yaşandı diye sevin." Düşündüm de, haftamızın özeti bu, arkadaşlıklarımızın, aşklarımızın, yolculuklarımızın, yıllarımızın, hayatlarımızın.
Eninde sonunda bana yine sessiz bir oda, bolca kitap ve güneş kaldı, bir de bolca soru ve kendim. Milan Kundera ile baş başayız, bir de Ortaçgil mırıldanıyor şu an: "Kendi kendine bir sor."
Soruyorum ben de: Haziran geçip giderken biz büyüdük mü yoksa?
*Ve evet ben yazdım.
1 yorum:
okurken anlamıştım zaten :)
Yorum Gönder