Eve döndüm, fotoğrafları bilgisayara aktardım.
Fotoğraflardaki yalancı gülüşüm, daha doğrusu yalandan gülüşüm öyle inandırıcı olmuş ki, şaşırdım.
Benim işim olmazdı yalanla dolanla, oyunculukla. Gerçi hâlâ beceremem. Beceremediğimden bu blog var zaten.
"Ben yalan söylemeyi hiç başaramam" sözüme "Ne var ki çok kolay, ben sana öğretirim" diyenlere güvenmemek lazımdı zaten ta en baştan.
"Kırlangıçlar ve serçeler bize biraz yalan söylediler, çok saftık." der Ortaçgil.
Mutluluğu insanlara bağlamamak gerekir. Çünkü insanlar gider ve bu doğal bir durum. Ama ne zaman ki inanılan şeyler yıkılıyor, insan o zaman sarsılıyor işte.
Ben küçükken de çok kitap okurdum. Çocuk masalları hep güzeldir, hep mutlu biter. Ben onlara inanırdım işte. Ama şimdi öğrendim ki adının masal olmasının bir sebebi varmış.
Ben hiçbir zaman yaşımın insanı olamadım. Belki de bir başarısızlıktır bu. Hatta bunun bedelini ödüyorum. Belki kibirli bir söylem olacak ama umurumda değil, benim birkaç sene önce düşündüklerimin yeni ayrımına varıyor sanki çoğu yaşıtım. Ama hayatta her şey karşılıklı. Onların birkaç sene önceki sıkıntıları var ya, hani şimdi onlara bomboş gözüken, ben onları yeni yaşıyorum. Hani "Amaan boşver" diyorlar ya, ben boşveremiyorum.
Twitter'da eski yazdıklarıma bakıyorum, kocaman bir mutluluk bulutundaymışım. Defterime not düşmüşüm o zamanlar "Ey evren, bana mutluluk borcunu tek çekimde ödeyemezsin" diye. Evren bizi asla dinlemez ki. Koca bir doz mutluluk verip sonra defoldu gitti evren.
Peki ben napıyorum? İnandığım şeylerin cenazesindeyim, çünkü öldüler. Bir kişiyle ya da bir olayla ilintili değil bu. Çevremde ve bende olup bitenler gösterdi, o inandığım şeyler var ya, hiçbiri aslında yok. Nasıl o çok sevdiğin kitabın karakteri asla varolmadıysa, inandıkların da öyle. Ama o karakter öldü diye üzülmene engel değil bu. En çok da bu yıpratıyor zaten.
O "Aramız süper" yalanı var ya, o yalandan da nefret ediyorum. O kadar çok şey var ki söylemem gereken. Bana hiç söz hakkı verilmemiş olan bu mahkemeyi yakıp yıkasım geliyor. Sonra o mutluluk gösterileri var ya sağda solda yapılan, onları gördükçe midemde bir şeyle dönüyor. Şu çevrede dönüp duran o mutsuzluğun tek bir sorumlusu var. Mutlu olmaya hakkı yok o sorumluların.
"Biri anlatsın hemen, nedir bu normal? Canım sıkıldı artık, yoksa ben miyim anormal?" diyor yine Ortaçgil. Diyorum tuhaflık bende mi, ama bakıyorum aynaya, ruhumun aynasına, bir gariplik bulamıyorum. Nasıl bir ruhsuzluk, nasıl bi boşluk bu insanlardaki? Bu kadar koca bir bencillik, bu kadar başkalarını düşünmeyiş nedir? Bu kadar kendini düşünmek, hatta kendini bile değil anlık mutlulukları önemsemek nasıl bir kafa yapısı? Karşındakini hiç düşünmeyiş, ne düşündü ne hissetti önemsemeyiş nasıl koskoca bir demire çarpmış hissi yaratıyor insan ruhunda? Bencilliğine inanamıyorum. Bencilliğini kaldıramıyorum.
"Bir tek sen yalanı" diyor Ortaçgil. Ah hep o Ortaçgil. Ortagçgil'i anlamayanlar bana hiç yaklaşmasalar keşke. O "bir tek sen" sözü hakikaten de yalan. Gerçekten yalan. İronik ikili. Mesela ben artık kimsenin kimseyi sevdiğine inanmıyorum. Olsa olsa bir "ulaşamama-alamama" ya da en iyi ihtimalle "hoşlanma" durumudur önümüze çıkanlar. Fikrimi değiştirebilecek birileri varsa şansını denesin, ama zor.
"Bu iş zor Yonca, çünkü insanlar günler boyunca hiç soru sormadan durur" der ayrıca Ortaçgil. Bu konuda da haklı o güzel ruhlu adam. Hissederek ve düşünerek yaşamak zordur bu hayatta, üstelik geri dönüşü de yoktur. Muhteşem Gatsby'de Daisy Buchanan adlı karakter kızı olunca şöyle der: "Umarım küçük güzel bir aptal olur. Bu dünyada olunacak en iyi şey odur." Herhangi bir konuda düşünmeyen, deniz kıyısındaki günlük güneşlik ama sığ sular gibi bir insan olmak istiyorum neredeyse. Çünkü öbür türlüsü zor. Ama elimden gelmez artık geri dönmek.
Hem kendime ihanet etmektense, yalan bir karaktere bürünmektense, sonunda kendimden nefret etmektense böylesini tercih ediyorum. Bak görüyor musun ben cesurum, hep cesur oldum. Bugün bunu düşünüyorum, buraya yazıyorum. Yanlış anlamaya mahal vermek istemem, tuz buz olmadım ama bir şeyler bozuldu elbet. Bunu söylemekten utanmıyorum. Kimsenin umurunda değil belki, ama ben burada kendi kendime söyleyip rahatlıyorum.
Kendine iyi bak. Evet evet iyi bak, uzun uzun bak aynada. Ruhuna bak, siciline bak, yaptıklarına bak. Ola ki beğeniyorsan gördüğünü, haberin olsun, sen çoktan kör olmuşsun.
3 yorum:
şimdi yorum yapacağım ama ne diyeceğimi bilemiyorum. "YÜRÜ KOÇUM" diyesim geliyor çünkü yazdıklarında o kadar haklısın ki. halbuki bu yolda yürüyemiyoruz. kitlenip kalıyoruz yalnızca.
biliyor musun larien, bence çok iyi anlaşabiliriz.
boğazıma oturdu post, her nolduysa bilmiyorum ama geçmiş olsun. cidden.
Yorum Gönder