Akşama telaş çok olur, şimdiden yazmak gerek.
Yine bir "gidiyorum" teması işleyeceğim, ama önce söyleyecek kısa bir sözüm var. Dün S. ile beraberdik. Gezdik dolaştık, Andy Warhol'a gittik, Akbank Sanat'ın kapısına yazılmış "10 numara kübistim bacım" yazısına güldük, birbirimize güldük. Onu görebildiğim günlerin sayılı olması beni derinden yaralıyor ve şimdiden özlemeye başladım. Blogunu da özlüyorum üstelik, artık hiç yazmıyor. Belki siz de okursanız yazar yine: http://okyanusumsu.blogspot.com/
Bugüne gelirsek, ben yine bavul topluyorum ve sanırım bu olağan bir şey haline geldi. Evde panik bile yok.
Belki ben büyüdüm, belki annemler alıştı, belki ikisi birden.
Çok sevilesi insanlar var yanımda, ve zaten çok sevdiğim yerler olacak. Boyoz, Kordon, kumru, Pamukkale, Güneş. Ama aslında tam bir tatil değil bu. Bir yerlerde bizden daha az şanslı insanlar var ve biz elimizden geldiğince, bir haftalığına da olsa onlara yardım etmeye çalışacağız. Umarım yararlı olur.
Ben çocuklara müzik öğreten ekipte olacağım. Güzel albümler aldım yanıma, onları hiç duymadıkları ezgilerle tanıştırmayı umuyorum.
Gündüzleri çalışıyoruz, akşamları bizim. Sohbet ederiz bol bol. Yorulur erken yatarız gibime geliyor. Ben yine dayanamadım, yanıma 3 tane kitap aldım:
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği - Milan Kundera
Puslu Kıtalar Atlası - İhsan Oktay Anar
As I Lay Dying - William Faulkner
Yaz bavulu toplamak daha güzel hem, bak kitaplara da yer var. Blogum olmayacak tabii, internetim yok. Ama Moleskine yanımda, o yalnız bırakmaz. Uzun uzun notlar alırım ona, sonra dönünce kendimi alıntılarım, size aktarırım.
Ona bir isim vermek lazım bu arada, benim yerime de düşünür müsünüz? Bordo Moleskine'e ne isim konur ki?
Kısacası öbür Pazar gününe dek yokum. Beni tanıyorsanız, seviyorsanız, özleyecekseniz daima bir telefonum var. Yok henüz yüz yüze tanışamadıysak burada beklerim sizi, döner dönmez cevaplarım aklınızdakileri. Güzel hikayeler anlatın bana, hep dinlerim.
Bir Shakespeare karakteri edasıyla, geçici bir adieu ve 87'den kalma, Yeni Türkü'nün "Dünyanın Kapıları" albümünden gitmelere dair, yazıya adını vermiş harika bir şarkı.
24 Haziran 2011 Cuma
22 Haziran 2011 Çarşamba
"Gece yalanları, kendime söylediğim"
Yılın en uzun gündüzünü yaşadık.
Bakış açınıza göre en kısa gece olarak da düşünülebilirmiş, bugün öğrendim.
Bir iki hesaplama sonucu en kısa geceyi tespit edebilenler, bir de en az sıkıntılı geceyi bulsalar keşke. Hangi gün uyku tutmayacak, hangi gün yatağında dönüp duracaksın, söyleseler. Biz de o gecelerde meşgaleler bulsak, kolayca bitip gitse.
Bugün adını hak edercesine uzundu gün. Üzerime olan kıyafetim kalmadığı için (mecburen) alışverişe gittim. Uzun zamandan beri her denediğim istediğim gibi oldu, hatta tezgahtar bana x-small beden satmaya çalışmakta ısrar edip "E zaten inceciksiniz" diyerek mutlu etti. Eh tabii ki xsmall giymiyorum, zaten o garip hastalıklı küçük bedeni giymek de istemiyorum, ama eskisinden küçük beden kıyafetlerle dolu poşetleri taşıyarak dükkandan çıkan her kız mutlu olur. Ben de oldum.
Yarın çok sevdiğim iki insanın doğum gününü kutluyoruz. Hevesle mutfağa girdim, onlara bir şeyler hazırladım. Çok seviyorum mutfakta olmayı, gelenekselinden deneyseline tarifleri hayata geçirmeyi. İşin güzel yanı galiba bu işi iyi beceriyorum. Makaron yapmışlığım bile var vaktinde. Bazen kanımdaki anneanne geni baskın çıkıyor, "Herkesi doyursam" diye düşünüp mutlu oluyorum.
On sekiz yaş doğum günümde iki adaş arkadaşımdan biri mutfak önlüğü, biri de yemek defteri aldı bana, birbirlerinden habersiz olarak. Bol bol kullanıyorum ikisini de, bugün markete yemek defterimle gittim malzemelere bakmak için, deliymişim gibi baktılar nedense.
Yemek yapmak birini sevmek gibi aslında. Elindekileri karıştırıyorsun, emek veriyorsun, ortaya sadece senin elinin lezzetiyle oluşabilecek özel bir tat çıkıyor, kimsenin yemeği seninkiyle bir olamaz. Sonra o çok sevdiğin birilerine tattırıyorsun, o doysun, onun yüzü gülsün diye. Ama bu dünyadaki aç sayısının karnı tok mutlu insanlardan katbekat fazla olduğunu da hatırlamak gerek bu benzetmeyi yaparken.
Sindirellacılık kuralını uygulamaya çalışıyorum olabildiğince. Norwegian Wood bitti, şimdi Anayurt Oteli'ni okuyorum. Kitabı Kadıköy'de yeni keşfettiğim bir kitapçıdan aldım, ismi Haymatlos Kitabevi. Yerini tarif etmek güç, ama bilen bilir, Film Arası'nın orada. Geçerken duvarda Kafka'nın resmi olduğunu, bir de içerideki Çavdar Tarlası'nda Çocuklar kitabını görüp hususi gittim. Güzel kitapları var, üst katı da resim galerisi olarak düzenlemişler, yakında cafe de olacakmış. Sahibiyle ayaküstü sohbet ettik, güzel planları var, az bilinen edebiyatı ayakta tutacak bir yer olacakmış onun gönlünce olursa her şey.
Bence zaman zaman uğramakta yarar var, o koca mağaza zincirlerinden almaktansa böyle yerlerden alın yeni kitaplarınızı. Tabii benim gibi eski kitap aşığı değilseniz. Aynı sokakta bir de "Bizim Sahaf" var, aynı gün oradan da Sokrates'in Savunması'nı aldım.
Fazla günlük havasında oldu bu kez, ama ne yapalım, içimden böylesi geçti.
İçinden geçmek demişken, hani çoğu zaman içinizden şarkılar geçer, aklınıza takılır ya, benim içimden bazen şiirler geçiyor. Bir iki dizeye takılıyorum, tekrar tekrar okuyor o dizeleri aklım. Bu sefer Cemal Süreya düştü aklıma, bütün gün döndü durdu içimde:
"Onunla aşkımız, o diyorum ona
Bir kez söylenmiş ve istense de
Bir daha geri alınamaz
Kırıcı sözler gibiydi."
Şiir diye bir şey oldukça benim gibilerden adam olmaz. Teoman'ın o eski şairane havasını taşıyan şarkıları için de aynı şey geçerli. O "Kent Ozanları" albümündeki Teoman olsa hep, hep o tondan şarkı söylese daha mutlu olurdum. İşte tam da bu havada olan, ama daha önce her nasılsa hiç duymadığım bir Teoman şarkısı keşfettim bu gece.
Öyleyse armağanı olsun en kısa gecenin: Yollar - Teoman.
Bakış açınıza göre en kısa gece olarak da düşünülebilirmiş, bugün öğrendim.
Bir iki hesaplama sonucu en kısa geceyi tespit edebilenler, bir de en az sıkıntılı geceyi bulsalar keşke. Hangi gün uyku tutmayacak, hangi gün yatağında dönüp duracaksın, söyleseler. Biz de o gecelerde meşgaleler bulsak, kolayca bitip gitse.
Bugün adını hak edercesine uzundu gün. Üzerime olan kıyafetim kalmadığı için (mecburen) alışverişe gittim. Uzun zamandan beri her denediğim istediğim gibi oldu, hatta tezgahtar bana x-small beden satmaya çalışmakta ısrar edip "E zaten inceciksiniz" diyerek mutlu etti. Eh tabii ki xsmall giymiyorum, zaten o garip hastalıklı küçük bedeni giymek de istemiyorum, ama eskisinden küçük beden kıyafetlerle dolu poşetleri taşıyarak dükkandan çıkan her kız mutlu olur. Ben de oldum.
Yarın çok sevdiğim iki insanın doğum gününü kutluyoruz. Hevesle mutfağa girdim, onlara bir şeyler hazırladım. Çok seviyorum mutfakta olmayı, gelenekselinden deneyseline tarifleri hayata geçirmeyi. İşin güzel yanı galiba bu işi iyi beceriyorum. Makaron yapmışlığım bile var vaktinde. Bazen kanımdaki anneanne geni baskın çıkıyor, "Herkesi doyursam" diye düşünüp mutlu oluyorum.
On sekiz yaş doğum günümde iki adaş arkadaşımdan biri mutfak önlüğü, biri de yemek defteri aldı bana, birbirlerinden habersiz olarak. Bol bol kullanıyorum ikisini de, bugün markete yemek defterimle gittim malzemelere bakmak için, deliymişim gibi baktılar nedense.
Yemek yapmak birini sevmek gibi aslında. Elindekileri karıştırıyorsun, emek veriyorsun, ortaya sadece senin elinin lezzetiyle oluşabilecek özel bir tat çıkıyor, kimsenin yemeği seninkiyle bir olamaz. Sonra o çok sevdiğin birilerine tattırıyorsun, o doysun, onun yüzü gülsün diye. Ama bu dünyadaki aç sayısının karnı tok mutlu insanlardan katbekat fazla olduğunu da hatırlamak gerek bu benzetmeyi yaparken.
Sindirellacılık kuralını uygulamaya çalışıyorum olabildiğince. Norwegian Wood bitti, şimdi Anayurt Oteli'ni okuyorum. Kitabı Kadıköy'de yeni keşfettiğim bir kitapçıdan aldım, ismi Haymatlos Kitabevi. Yerini tarif etmek güç, ama bilen bilir, Film Arası'nın orada. Geçerken duvarda Kafka'nın resmi olduğunu, bir de içerideki Çavdar Tarlası'nda Çocuklar kitabını görüp hususi gittim. Güzel kitapları var, üst katı da resim galerisi olarak düzenlemişler, yakında cafe de olacakmış. Sahibiyle ayaküstü sohbet ettik, güzel planları var, az bilinen edebiyatı ayakta tutacak bir yer olacakmış onun gönlünce olursa her şey.
Bence zaman zaman uğramakta yarar var, o koca mağaza zincirlerinden almaktansa böyle yerlerden alın yeni kitaplarınızı. Tabii benim gibi eski kitap aşığı değilseniz. Aynı sokakta bir de "Bizim Sahaf" var, aynı gün oradan da Sokrates'in Savunması'nı aldım.
Fazla günlük havasında oldu bu kez, ama ne yapalım, içimden böylesi geçti.
İçinden geçmek demişken, hani çoğu zaman içinizden şarkılar geçer, aklınıza takılır ya, benim içimden bazen şiirler geçiyor. Bir iki dizeye takılıyorum, tekrar tekrar okuyor o dizeleri aklım. Bu sefer Cemal Süreya düştü aklıma, bütün gün döndü durdu içimde:
"Onunla aşkımız, o diyorum ona
Bir kez söylenmiş ve istense de
Bir daha geri alınamaz
Kırıcı sözler gibiydi."
Şiir diye bir şey oldukça benim gibilerden adam olmaz. Teoman'ın o eski şairane havasını taşıyan şarkıları için de aynı şey geçerli. O "Kent Ozanları" albümündeki Teoman olsa hep, hep o tondan şarkı söylese daha mutlu olurdum. İşte tam da bu havada olan, ama daha önce her nasılsa hiç duymadığım bir Teoman şarkısı keşfettim bu gece.
Öyleyse armağanı olsun en kısa gecenin: Yollar - Teoman.
20 Haziran 2011 Pazartesi
Pencereyi açınca uçan günler.
Otobüslerde, yollarda, yalnız başıma yürürken aklıma gelen güzel cümleleri ve şiirleri telefonuma kaydettiğim bir dünyada yaşıyoruz. Evet belki hiç edebi değil, ama işe yarıyor.
Zaten hayat öyle edebi ya da şiirsel değil aslında. Öyle gören bir avuç insan var sadece. Onlardan olmak ayrıcalık, ama üzen bir ayrıcalık.
Edebi yanından bakarsanız güzel, "normal" yanından bakarsanız "Daha neler göreceğiz?" dedirten bir dünyada yaşıyoruz. Ya da ben öyle yaşıyorum. Moleskine ajanda/günlük, ikinci sıfatına yaklaşıyor koşarak. Şimdiden bir dolu sayfa yazılmış olması beni endişelendiriyor. Bu kadar edebi olma çocuk, sonra canın yanar.
Kararlar veriliyor üst üste. Kimi benim tarafımdan, kiminde sadece etkilenenim, etkisiz elemanım. İki senedir uzun uzun düşündüğüm bir konuyu nihayet karara bağladım mesela, bu bende büyük bir iç huzuru yaratıyor. Ortada kalmışlık kadar korkuncu yoktur bu dünyada.
Daha basit kararlar da var, örneğin yaza dair. Gece yarısını bilgisayar başında geçirmek iyi değil, bundan eminim. Bu yaz gecelerinde saat on ikiyi vurduğunda Sindirellacılık oynayacağım. Yeni günün ilk dakikalarından itibaren yalnızca kitaplarla, eğer ilham gelirse de defter ve kalemle baş başa kalmaya karar verdim. Prensiyle buluşan Sindirella mutlu olur. Kendiyle kalan Sindirella yazar olur.
Yazarlık demişken, Cuma günü Edebiyat öğretmenim bana düşündürücü bir nasihatte bulundu, bu yazdan itibaren artık ciddi ciddi yazmamı söyledi. Kısa kısa yazılar değil, artık bir araya toplanabilecek, elle tutulabilecek gerçek ürünler. Hak verdim, geç bile kaldım bunu yapmak için. Ama düşününce uzun vadeli yazılara hiç odaklanmadığımı, nasıl yapacağımı bilmediğimi fark ettim. Öğrenmem lazım.
İlk çözümüm anahtar kelime oyunu. Basit ve güzel bir oyun. Sevdiğim birilerinden rastgele bir kelime rica ediyorum, onu alıyorum, kendime bir hafta süre veriyorum, hafta bitmeden o kelimenin çağrışımlarıyla bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Öykü, şiir, her şey olur, hatta roman taslağı. İlk kelimemi bugün aldım. Ürününü hafta bitmeden paylaşmayı umuyorum.
Ama yaratmak için, önce beslenmek lazım. Beni delicesine heyecanlandıran kitaplar var şu an odada, ama ben hâlâ yeni kitaplar düşünüyorum bencilce. Galiba maymun iştahlı olduğum nadir konulardan birisi bu. Sağlam kitaplığı olan dostlar arıyorum kendime. Okuyup sevdiğim ve başkalarına sevdirmek istediğim bolca kitabım var. İyi bakmaya söz verirseniz güzel kitapları geçici olarak takas edebiliriz. Hatta kitaplarımızı değişirken oturur birer kahve içer, okuduklarımızı konuşuruz. Heyecanlı ve ciddiyim bu konuda, ilgilenen bana nasıl ulaşacağını herhalde biliyordur.
Salonda guguklu saat 12'yi vuruyor. Tek istediğim pencereyi aralık bırakıp Haruki Murakami'nin Norwegian Wood'una gömülmek. Huzurla akan bir nehre, melodisi olan bir şiire benziyor bu adamın kalemi. Tanışmayı çok istiyorum.
Unutmadan, sessiz gecelerde sevdiğim başka bir şarkıyı dinleyin: Thank You - Dido
Şiirli geceler.
Zaten hayat öyle edebi ya da şiirsel değil aslında. Öyle gören bir avuç insan var sadece. Onlardan olmak ayrıcalık, ama üzen bir ayrıcalık.
Edebi yanından bakarsanız güzel, "normal" yanından bakarsanız "Daha neler göreceğiz?" dedirten bir dünyada yaşıyoruz. Ya da ben öyle yaşıyorum. Moleskine ajanda/günlük, ikinci sıfatına yaklaşıyor koşarak. Şimdiden bir dolu sayfa yazılmış olması beni endişelendiriyor. Bu kadar edebi olma çocuk, sonra canın yanar.
Kararlar veriliyor üst üste. Kimi benim tarafımdan, kiminde sadece etkilenenim, etkisiz elemanım. İki senedir uzun uzun düşündüğüm bir konuyu nihayet karara bağladım mesela, bu bende büyük bir iç huzuru yaratıyor. Ortada kalmışlık kadar korkuncu yoktur bu dünyada.
Daha basit kararlar da var, örneğin yaza dair. Gece yarısını bilgisayar başında geçirmek iyi değil, bundan eminim. Bu yaz gecelerinde saat on ikiyi vurduğunda Sindirellacılık oynayacağım. Yeni günün ilk dakikalarından itibaren yalnızca kitaplarla, eğer ilham gelirse de defter ve kalemle baş başa kalmaya karar verdim. Prensiyle buluşan Sindirella mutlu olur. Kendiyle kalan Sindirella yazar olur.
Yazarlık demişken, Cuma günü Edebiyat öğretmenim bana düşündürücü bir nasihatte bulundu, bu yazdan itibaren artık ciddi ciddi yazmamı söyledi. Kısa kısa yazılar değil, artık bir araya toplanabilecek, elle tutulabilecek gerçek ürünler. Hak verdim, geç bile kaldım bunu yapmak için. Ama düşününce uzun vadeli yazılara hiç odaklanmadığımı, nasıl yapacağımı bilmediğimi fark ettim. Öğrenmem lazım.
İlk çözümüm anahtar kelime oyunu. Basit ve güzel bir oyun. Sevdiğim birilerinden rastgele bir kelime rica ediyorum, onu alıyorum, kendime bir hafta süre veriyorum, hafta bitmeden o kelimenin çağrışımlarıyla bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Öykü, şiir, her şey olur, hatta roman taslağı. İlk kelimemi bugün aldım. Ürününü hafta bitmeden paylaşmayı umuyorum.
Ama yaratmak için, önce beslenmek lazım. Beni delicesine heyecanlandıran kitaplar var şu an odada, ama ben hâlâ yeni kitaplar düşünüyorum bencilce. Galiba maymun iştahlı olduğum nadir konulardan birisi bu. Sağlam kitaplığı olan dostlar arıyorum kendime. Okuyup sevdiğim ve başkalarına sevdirmek istediğim bolca kitabım var. İyi bakmaya söz verirseniz güzel kitapları geçici olarak takas edebiliriz. Hatta kitaplarımızı değişirken oturur birer kahve içer, okuduklarımızı konuşuruz. Heyecanlı ve ciddiyim bu konuda, ilgilenen bana nasıl ulaşacağını herhalde biliyordur.
Salonda guguklu saat 12'yi vuruyor. Tek istediğim pencereyi aralık bırakıp Haruki Murakami'nin Norwegian Wood'una gömülmek. Huzurla akan bir nehre, melodisi olan bir şiire benziyor bu adamın kalemi. Tanışmayı çok istiyorum.
Unutmadan, sessiz gecelerde sevdiğim başka bir şarkıyı dinleyin: Thank You - Dido
Şiirli geceler.
14 Haziran 2011 Salı
Yürütmeyi durdurma kararı almalıyım kendi mahkemelerimde.
Şiir paylaşma konusunda yeni kararlar aldığımdan bahsetmiştim. Bu kararı yürürlüğe koymak istedim.
Başucu.
Üç adamı başucuma koyup
-Orhan, Özdemir ve Cemal-
Sevdiğim diğer adamları
Onlara gizlemiştim.
Aslında o adamları
Bu üçü yüzünden sevmiştim.
Aptallık işte.
Şair ipiyle kuyuya inilir mi hiç?
12 Haziran 2011 Pazar
Yaz Dönümü.
Dün (kendime) sözünü verdiğim yazıyı yazıyorum şimdi. Fark ettim ki, blog uzun zamandır şiirlerden, kısa sözlerden, hislerden oluşuyor. Size hayatımdaki küçük detayları anlatmayı bir hayli ihmal etmişim. Ülkede devam eden bir seçim var, ama ben bir türlü umutlu olamıyorum ve şimdi dışarıda olanları unutarak kendi hayatımdan bahsedeceğim bencilce.
Hiçbir Şey Olmamışçasınalar ülkesinin Her Şey Yolundaymış Gibiler kentinden canlı yayındayız.
Cuma saat 15.00 itibariyle koca bir okul yılı sona erdi. Okulu seviyorum, insanlarını da öyle. Hele bu sene gönlümce oluşturduğum ders programı, kimyamın mükemmel tuttuğu hocalar ve kendimden memnun kaldığım bir performans olunca keyifli bir seneydi diyebilirim. Hem ben, hem de çevremdikler okuldaki her şeyi farkında olan, güzel işlerin başını çeken insanlar olduk. Küçükken üst sınıflara bakar özenirdik, şimdi daha genç gözlerin bize özenerek baktığını bilmek güzel bir his.
Yine de "Artık üniversitede olmalıyım" hissini bir türlü atamıyorum. Okullarda hazırlık olması biraz yanlış galiba, lise dünyanın en harika lisesi bile olsa beş sene bünyeye fazla geliyormuş. Ayrıca bu sene elde ettiğim her şey bana yanında yorgunluk da getirdi. Önümüzdeki yıl bir misafir havasında gideceğiz galiba okula.
(Şu anda Radyo Eksen'de The Beatles çalmaya başladı, I'm Only Sleeping. Radyo Eksen de olmasa halimiz fena.)
Okul kapanmadan önce Türkçe edebiyat dergimiz, okul gazetemiz ve Tarih dergimiz çıktı. Masaların üstünde yan yana duran bu üç kaynağın ikisinde editör birinde de yazar olmam benim kafayı yazmakla ne denli bozduğumu kanıtlıyor sanırım. Edebiyat dergisinde ilk defa şiirimi yayımladım. Birsürü insan gelip beğendiğini söyledi, bir tanesi gözlerimin önünde okudu, gözleri doldu. Etkilendim ve çok mutlu oldum. Düzyazılar tamam, ama şiirde kendime pek güvenmiyordum, zaten çok az şiirim var. Galiba artık onları daha fazla paylaşacağım.
Sınavlar biter bitmez nicedir yolunu gözlediğimiz boş zamanlar ve gezmeler başladı. Cuma akşamı Taksim, uzun uzun sohbetler, ihtiyacını duyduğumuz bir gece. Cumartesi sabahı çok tatlı bir insanın doğum gününü açıkhavada, yeşillikler içinde bir brunch'la kutladık. Çok çok keyifliydi her şeyiyle. Ah şu haftasonu kahvaltıları, evrenin bize arada bir hediye ettiği renkli şekerlemeler gibi.
MFÖ'ye gidecektim, işim çıktı gidemedim, ama güzel konserler bekliyor beni yakın ve uzak gelecekte. Bugün N. ile görüşmeye gidiyoruz, onun sınavından önce bol bol sohbet ve moral vermece. Çok seviyorum onu.
Sonra beklemediğim bir değişim oldu. Annem odamda yenilikler yapacağını söyledi, tamam dedim. Geçen Pazar 16.00 gibi salonda uyuyakalmışım. 17.30'da uyandığımda odamdaki masa gitmiş, yeni dolap ve kitaplık gelmiş, yatağın yeri değişmişti. En başta yadırgadım, ama uğraşlar sonucu çok güzel bir oda oldu galiba. Bahar kadar çiçekli bir yatak örtüsü, cibinliği, hemen yanında komidin var. Sizde nasıl bilmiyorum, ama benim başucu kitaplarım hakikaten başucumda duruyorlar. Okuduğum ve sırada bekleyenler güzel bir yığın.
Dolabımın içi sadece yazlıklarla dolu şimdi, dünyanın en güzel renk cümbüşü. (Ama kilo verdiğim için büyük kısmı bol geliyor. Yeni şeyler almam gerekecek. Şikayetçi miyim? Asla.)
Sonra kütüphanemde de değişiklikler oldu. En üst rafı sadece beyaz kitaplara ayırdım, çoğu Can Yayınları. Ufak da bir kağıt iliştirdim: "Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler." Onun hemen altındaki raf ise yalnızca siyah kapaklı kitaplardan oluşuyor. Öyle güzeller ki, fotoğrafını paylaşmak istiyorum sizinle en kısa zamanda.
Maalesef onun altında pek bayılmadığım test kitapları rafı oldu. Ama olsun, o rafta da Zeynepcem duruyor. Zeynepcem benim balığım, bana 19 Mart'ta geldi. Bir arkadaşı daha vardı ama o erkenden öldü. Zeynepcem tupturuncu direniyor, haftaya 3 aylık olacak, üstelik büyüdü bile. Belki aptalca ama alıştım ve bağlandım balığa, umarım başına bir şey gelmez.
Abbey Road posterim hâlâ asıldı. Yanına çerçeveler asıyoruz şimdi, mutlu fotoğraflar, güzel anılar. Sonra kalorifere mıknatısla tutturduğum kağıt, tam da yattığımda okuncak mesafede, bana Kaybedenler Kulübü'nden şu sözü fısıldıyor: "İyi geceler sayın dinleyen, tabii eğer böyle bir şey mümkünse."
Düzenlemeleri yaparken kitaplara elbette ki göz attım. Çiçek Senfonisi'ni çevirirken, daha önce görmediğim bir nota rastladım. Okuduğunu biliyorum, belki istemez kim olduğunu söylememi, o yüzden paylaşmıyorum, ama öyle harikaydı ki aylar önce aldığım bu kitabın içindeki nota yeni rastlamak. Mutluluktan gözlerimi yaşarttı bu not, bu incelikle düşünülmüş sürpriz. Ufacık alıntılamak istiyorum: "Bu notu bulduğunda kimbilir nerede, nasıl bir ruh hâli içinde olacaksın, bilemiyorum. Geleceği kestirmek zor." Sonra anlatmış uzun uzun. Aslında kısacık kelimeleri, ama ifade ettikleri uzun, upuzun. Sonuna eklemiş: "İyi ki varsın." Asıl sen iyi ki varsın, iyi ki birlikte varız.
Son olarak, sene boyunca kullandığım parşömen rengi ajandanın çok yıpranması ve az sayfası kalması üzerine, okulun bitmesini de güzel bir milat sayarak yeni ajandaya başladım. Bordo bir Moleskine, sketchbook diye sattıklarından galiba, kapağı ince, zarif zarif çizgili sayfaları var. Aslında üçüzdü bunlar. Bir tanesi şimdi ajandam, öbürü boş durur, sırasını bekler. Üçüncü kayıp kardeş artık benim değil, nerede durur, ne işe yarar, çöpte midir, bir çekmece dibinde kırışmakta mıdır, bunu ancak sahibi bilir. Belki de önemi yok. Tüm sakinleri öldükten sonra ne anlamı var antik kentlerin?
Yeni ajandayla, yeni odayla, cildi eski benim için yeni kitaplarla, yeni hikâyelerle, inanması güç olsa da, içime umut doldurmasa da, yeni bir mevsimdeyiz artık.
Size hangi şarkıyı hediye etsem bilemedim, o yüzden an itibariyle Radyo Eksen'de çalanı gönderiyorum en basitinden: East Harlem - Beirut
Hiçbir Şey Olmamışçasınalar ülkesinin Her Şey Yolundaymış Gibiler kentinden canlı yayındayız.
Cuma saat 15.00 itibariyle koca bir okul yılı sona erdi. Okulu seviyorum, insanlarını da öyle. Hele bu sene gönlümce oluşturduğum ders programı, kimyamın mükemmel tuttuğu hocalar ve kendimden memnun kaldığım bir performans olunca keyifli bir seneydi diyebilirim. Hem ben, hem de çevremdikler okuldaki her şeyi farkında olan, güzel işlerin başını çeken insanlar olduk. Küçükken üst sınıflara bakar özenirdik, şimdi daha genç gözlerin bize özenerek baktığını bilmek güzel bir his.
Yine de "Artık üniversitede olmalıyım" hissini bir türlü atamıyorum. Okullarda hazırlık olması biraz yanlış galiba, lise dünyanın en harika lisesi bile olsa beş sene bünyeye fazla geliyormuş. Ayrıca bu sene elde ettiğim her şey bana yanında yorgunluk da getirdi. Önümüzdeki yıl bir misafir havasında gideceğiz galiba okula.
(Şu anda Radyo Eksen'de The Beatles çalmaya başladı, I'm Only Sleeping. Radyo Eksen de olmasa halimiz fena.)
Okul kapanmadan önce Türkçe edebiyat dergimiz, okul gazetemiz ve Tarih dergimiz çıktı. Masaların üstünde yan yana duran bu üç kaynağın ikisinde editör birinde de yazar olmam benim kafayı yazmakla ne denli bozduğumu kanıtlıyor sanırım. Edebiyat dergisinde ilk defa şiirimi yayımladım. Birsürü insan gelip beğendiğini söyledi, bir tanesi gözlerimin önünde okudu, gözleri doldu. Etkilendim ve çok mutlu oldum. Düzyazılar tamam, ama şiirde kendime pek güvenmiyordum, zaten çok az şiirim var. Galiba artık onları daha fazla paylaşacağım.
Sınavlar biter bitmez nicedir yolunu gözlediğimiz boş zamanlar ve gezmeler başladı. Cuma akşamı Taksim, uzun uzun sohbetler, ihtiyacını duyduğumuz bir gece. Cumartesi sabahı çok tatlı bir insanın doğum gününü açıkhavada, yeşillikler içinde bir brunch'la kutladık. Çok çok keyifliydi her şeyiyle. Ah şu haftasonu kahvaltıları, evrenin bize arada bir hediye ettiği renkli şekerlemeler gibi.
MFÖ'ye gidecektim, işim çıktı gidemedim, ama güzel konserler bekliyor beni yakın ve uzak gelecekte. Bugün N. ile görüşmeye gidiyoruz, onun sınavından önce bol bol sohbet ve moral vermece. Çok seviyorum onu.
Sonra beklemediğim bir değişim oldu. Annem odamda yenilikler yapacağını söyledi, tamam dedim. Geçen Pazar 16.00 gibi salonda uyuyakalmışım. 17.30'da uyandığımda odamdaki masa gitmiş, yeni dolap ve kitaplık gelmiş, yatağın yeri değişmişti. En başta yadırgadım, ama uğraşlar sonucu çok güzel bir oda oldu galiba. Bahar kadar çiçekli bir yatak örtüsü, cibinliği, hemen yanında komidin var. Sizde nasıl bilmiyorum, ama benim başucu kitaplarım hakikaten başucumda duruyorlar. Okuduğum ve sırada bekleyenler güzel bir yığın.
Dolabımın içi sadece yazlıklarla dolu şimdi, dünyanın en güzel renk cümbüşü. (Ama kilo verdiğim için büyük kısmı bol geliyor. Yeni şeyler almam gerekecek. Şikayetçi miyim? Asla.)
Sonra kütüphanemde de değişiklikler oldu. En üst rafı sadece beyaz kitaplara ayırdım, çoğu Can Yayınları. Ufak da bir kağıt iliştirdim: "Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler." Onun hemen altındaki raf ise yalnızca siyah kapaklı kitaplardan oluşuyor. Öyle güzeller ki, fotoğrafını paylaşmak istiyorum sizinle en kısa zamanda.
Maalesef onun altında pek bayılmadığım test kitapları rafı oldu. Ama olsun, o rafta da Zeynepcem duruyor. Zeynepcem benim balığım, bana 19 Mart'ta geldi. Bir arkadaşı daha vardı ama o erkenden öldü. Zeynepcem tupturuncu direniyor, haftaya 3 aylık olacak, üstelik büyüdü bile. Belki aptalca ama alıştım ve bağlandım balığa, umarım başına bir şey gelmez.
Abbey Road posterim hâlâ asıldı. Yanına çerçeveler asıyoruz şimdi, mutlu fotoğraflar, güzel anılar. Sonra kalorifere mıknatısla tutturduğum kağıt, tam da yattığımda okuncak mesafede, bana Kaybedenler Kulübü'nden şu sözü fısıldıyor: "İyi geceler sayın dinleyen, tabii eğer böyle bir şey mümkünse."
Düzenlemeleri yaparken kitaplara elbette ki göz attım. Çiçek Senfonisi'ni çevirirken, daha önce görmediğim bir nota rastladım. Okuduğunu biliyorum, belki istemez kim olduğunu söylememi, o yüzden paylaşmıyorum, ama öyle harikaydı ki aylar önce aldığım bu kitabın içindeki nota yeni rastlamak. Mutluluktan gözlerimi yaşarttı bu not, bu incelikle düşünülmüş sürpriz. Ufacık alıntılamak istiyorum: "Bu notu bulduğunda kimbilir nerede, nasıl bir ruh hâli içinde olacaksın, bilemiyorum. Geleceği kestirmek zor." Sonra anlatmış uzun uzun. Aslında kısacık kelimeleri, ama ifade ettikleri uzun, upuzun. Sonuna eklemiş: "İyi ki varsın." Asıl sen iyi ki varsın, iyi ki birlikte varız.
Son olarak, sene boyunca kullandığım parşömen rengi ajandanın çok yıpranması ve az sayfası kalması üzerine, okulun bitmesini de güzel bir milat sayarak yeni ajandaya başladım. Bordo bir Moleskine, sketchbook diye sattıklarından galiba, kapağı ince, zarif zarif çizgili sayfaları var. Aslında üçüzdü bunlar. Bir tanesi şimdi ajandam, öbürü boş durur, sırasını bekler. Üçüncü kayıp kardeş artık benim değil, nerede durur, ne işe yarar, çöpte midir, bir çekmece dibinde kırışmakta mıdır, bunu ancak sahibi bilir. Belki de önemi yok. Tüm sakinleri öldükten sonra ne anlamı var antik kentlerin?
Yeni ajandayla, yeni odayla, cildi eski benim için yeni kitaplarla, yeni hikâyelerle, inanması güç olsa da, içime umut doldurmasa da, yeni bir mevsimdeyiz artık.
Size hangi şarkıyı hediye etsem bilemedim, o yüzden an itibariyle Radyo Eksen'de çalanı gönderiyorum en basitinden: East Harlem - Beirut
11 Haziran 2011 Cumartesi
Ben kuşlardan da küçüktüm, bir gece vaktiydi.
İsmimin gökyüzüyle ilgisi var, hep bu yüzden oluyor her şey.
Gece geç yatanların derdi var belli, yastıklardan korkuyorlar
Peki ya ne gece ne sabah uyumayanlar, uykudan 3 saat sonra ayağa dikilenler?
"Mutlu olmak varken bu dünyada
Geceler geldi dayandı kapımıza
Olduk acımızla sarmaş dolaş
Bekledik düşümüzle koyun koyuna"
(Bir de Feridun Düzağaç Ezginin Günlüğü şarkılarını harika coverlıyor.
Bu şarkı da ona örnek.)
9 Haziran 2011 Perşembe
Gözünün yanmasına katlanamıyorsan neden seviyorsun göklerdeki güneşi?
Bakması güzeldir çiçek dürbünlerinden. İnsanlar da sevdiler galiba. Dinleyebileceğim ve anlatabileceğim çok insanım var, memnunum.
Yalnız çiçek dürbünleri hassastır. Oynarken düşürürseniz çatlarlar. Ben öğrendim ki o çatlaklardan da yeni ışıklar süzülüyor, çatlaklar da dürbünün parçası oluyor. Oluşan hiçbir çizikten pişman değilim.
Ama yine de durup dururken düşsün istemem. Toptan kırmaktan korkarım. Öyle her seferinde eline alıp atamazsın. Çünkü çiçek dürbünü satılmıyor artık oyuncakçılarda. Yere fırlatınca hiçbir şey olmayan plastikler var, onlardan al istiyorsan.
Çiçek dürbünü olmak dürüstlük gerektirir, istemediğin rengi saklayamazsın. Ben dürüst oldum, sen benim o dürüst renklerimi kucaklayıp sonra da onlara bakmaktan korkup kaçamazsın.
Harry Potter'daki zaman döndürücüden var bende. İki tane vardı aslında, sadece biri bende şimdi. Dürbünün sihrine inanıp onu boynumda taşıyabilirim. Ama zamanı geri çeviremem. Olmuşları olmamış yapamam. Bir de hayatıma girenleri girmemiş yapamam. Çiçek dürbününe bir giren renk bir daha çıkmaz çünkü.
Benim koca bir anı kutum var, içi dolu. Anıları severim, ama kimsenin sadece bir anı olmasını istemem. Dedim ya zaten her renk insanlardan ve olanlardan gelir.
Benim daima ucu açık bir kalemim, ucunda sözlerim ve dürüstlük var. Hiçbir şeyi saklayamam. Kimse okusun diye içimden gelmeyeni yazamam, içimden geleni okuyacaklar diye saklayamam.
Eninde sonunda benim çiçek dürbünüm ve kalemim var. Dürbünümden bakar, gördüğümü kalemimle yazarım.
İşte eğer istersen, başarabilirsen, her şeyimi alırsın, onları alamazsın. Çiçek dürbünümle kalemimi alamazsın. Renklerimi alamazsın. Edebiyatımı alamazsın.
Şiirli insanlara yaklaşırken iki kez düşüneceksin. Uyaklı adamlar serbest müstezat kadınları sevemezler. Yapamayacağın işe kalkışmayacaksın. Düşüreceğini biliyorsan o çiçek dürbününü eline almayacaksın. Düşer kırılır çünkü sonra, kesilir seni de kanatır.
5 Haziran 2011 Pazar
Soyutlar somuta.
Çok anlatmak lazım çok. Ama bekle blog. Sadece 5 gün.
Sonra ben özgürüm. Özgürüm kendime izin verdiğim ölçüde.
Sonra yeni bir defter, yeni sabahlar, yeni çiçekli örtüler, yeni mutluluklar, yeni eskimişlikler.
Zaten güneş hiçbir gün aynı doğmaz ki aynı kentlere.
Parlak, gürültülü ve renk dolu bir yaz sezmiyorum önümde. Bulutların ardında muzur güneşler var yine de.
Kış güneşi gibi, yeni ağarırken süzülen ama ısıtmayan huzmeler gibi. Biraz çelişkili işler, ama ortada bir güneş var diye şükretmek gerek bazen.
Soyuttan somuta inecek ayaklarım yakında. 5 gün sonra. Bekleyin 5 gün, anlatacağım her türlü zaman kipini.
O zamana dek her şey biraz şu şarkı gibi.
Sonra ben özgürüm. Özgürüm kendime izin verdiğim ölçüde.
Sonra yeni bir defter, yeni sabahlar, yeni çiçekli örtüler, yeni mutluluklar, yeni eskimişlikler.
Zaten güneş hiçbir gün aynı doğmaz ki aynı kentlere.
Parlak, gürültülü ve renk dolu bir yaz sezmiyorum önümde. Bulutların ardında muzur güneşler var yine de.
Kış güneşi gibi, yeni ağarırken süzülen ama ısıtmayan huzmeler gibi. Biraz çelişkili işler, ama ortada bir güneş var diye şükretmek gerek bazen.
Soyuttan somuta inecek ayaklarım yakında. 5 gün sonra. Bekleyin 5 gün, anlatacağım her türlü zaman kipini.
O zamana dek her şey biraz şu şarkı gibi.
"Aldırmam hiç yağmurlara
Benim güzel hatalarım var"
Kendi Yolumda - Athena
4 Haziran 2011 Cumartesi
Macera.
Ben yürümeye başlayınca denizlerin üstünde
Karalarda koşanlar durup bana baktılar
Ben de gittim
Sığınacağım adaları birer birer batırdım.
-Özdemir Asaf
Karalarda koşanlar durup bana baktılar
Ben de gittim
Sığınacağım adaları birer birer batırdım.
-Özdemir Asaf
Neyin kafasındayım hiç bilmiyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)