5 Şubat 2011 Cumartesi

Ben bu hikayeyi aslında yazmayacaktım.


Hakikaten yazmayacaktım bu geziyi, kendime yazacaktım sadece. Sonra fark ettim ki, bloga yazmazsam başka hiçbir yere de yazmıyorum. Bloga bağlılık açısından iyi, bloga bağımlılık açısından kötü.

Çok detaya giresim yok nedense. Minik minik maddeler yapıcam. Bi de değişik yazılara bölsem mi acaba siz şimdi okumazsınız da.

*Hayatımın en minimal bavulunu hazırladım. Okyanus aşmama rağmen. Çok başarılıydım. Bavulları çok seviyorum.
*Uçak kalkarken "fly like a g6" diyip eğlendik. İlk defa Asyalılar hit bir şarkı yapmayı becerdiler, tebrik edelim.
*Dakika bir gol bir. İner inmez birinin bavulu kayboldu. Ha sonra 100 dolar tazminat aldı o ayrı. Ayakkabı beğenmiştim keşke aldırsaydım ona, çünkü kuzu kuzu ödüyor havayolu şirketleri.
*T. havalimanından çıkar çıkmaz koşup ayağını kara bastı ve "Kara ilk ben bastıııım" diye bağırdı. O buraları okumaz ama olsun ben yine de onu çok seviyorum.

*Anafikir: Lapa lapa kar yağıyordu. Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik.
*Taksicimiz hangi millettendi dersiniz? Tabii ki Türk. Numarasını verdi bize, ufak bi Boston turu yaptırdı, gezilecek yerleri anlattı. Milletimizi severim bilirsiniz.
*Otele gittik, oda yok. Lobide panik yaşandı. Sıkıştık resmen odalara. Eksi rep.
*Angie ile aynı odadaydık. S. ile de. Boston kitapçığımız vardı, rotamızı belirledik, sabah erkenden koyulduk yola. Boston Common'da kartopu oynamaca.
*Bir dükkana girdik, çok yaşlı bir çift işletiyor. Kadının sesi resmen cadı gibi ve milattan önce kalmış eşyalar satıyorlar. Her şey nasıl tozlu, nasıl pis, ama ilginç. Tavanda süslemeler var. Sessizce inceleyip çıktık oradan, ama hemfikiriz, Londra'da Diagon Yolu neyse Boston'dan büyücülerin dünyasına açılan yol da o dükkanın arkasındandı kesin.
*Chinatown'da kaybolduk. Kayıpken YMCA'i bulduk. Önünde fotoğraf çektirdiler bizimkiler. Oraya da gitmedik demeyiz artık.
*Ash sokağı vardı bi de, Pokemon pozu verildi hemen. Poketop ne miydi? Tabii ki kartopu.


*Brattle adlı kitapçıya gittik. Boston'ın en eski sahafıymış. Sokağa 1-5 Dolar arası kitaplarını dizmiş, üşüye üşüye baktık angie ile. Güzel fotoğraflarımı çekti orada, öpüyorum onu. Dükkanın içi de rüya gibiydi, gez gez bitmedi sanki. Albert Camus-Veba ve Shakespeare-Kral Lear'ı aldım. Bir de arkası yazılı 1920lerden kalma kartpostallar. Bunlar fazla güzel, bir projem olucak onlarla. Bir de en üst kat nadir kitaplara ayrılmıştı. Gönülçelen'i 3500 dolara satmışlar mesela. Hayran kaldım.

*Ertesi gün Bağımsızlık Yolu diye tercüme edebileceğimiz "Freedom Trail"i izleyerek gezdik. Şehirde Amerika'nın bağımsız olmasında rol oynamış insanlar ve mekanlar var. Tüm bunlar kaldırımlar boyunca kırmızı tuğlalardan bir patika ile birleştirilmiş. O patikayı izleyerek tarihi takip etmiş oluyorsunuz. İlginçti bence.
*Sadece tellerden oluşan bi köprünün üzerinde durduk. Araba geçse Charles Nehri'ne yuvarlanacak gibiydik. İçim ürperdi doğrusu.

Biliyorum ben oğlum sizi, uzun olunca okumazsınız. Devamı sonraki yazıya.

"Denizler aştım  geliyorum, bilirsin derdim seninle
Yolumdan döndüm kopuyorum, bilirsin derdim seninle
Denizler aştım geliyorum, ister eğlen benimle, yüzünü bir görsem yeter
Yolumuz ayrı biliyorum, ölmeden on bir defa belini kavrasam yeter."

Köprüaltı - Duman

2 yorum:

shine dedi ki...

Welcome back!
ps. ah o şarkı..

S. dedi ki...

bu şarkıyı yazacağın belliydi :)