Son zamanlarda çok sorgular oldum. Her önüme çıkanı, her yaşananı, her yaptığımı. Yaştan herhalde.
Yaş mesela. Doğumgünüme(ki bunun birleşik mi ayrı mı yazıldığından bir türlü emin olamıyorum) bir ay kaldı. Şu sağa sola koşup duran zavallı ben, çok yakında 17sine gireceğini duyunca inanamadı. Küçükken, en azından şimdiki halimden daha küçükken, on yedi hep çok sihirli bir yaş gibi gelirdi bana. Lepiska saçlı, zayıf, narin ablalar, serviste arka koltukta kız arkadaşına yer ayıran abiler, kitaplarını göğsüne bastırarak yürüyerek kızlar, tek başına konserlere giden erkekler hep on yedi yaşında olurlardı. Sanki o yaşta her şey değişirmiş gibi. Zerafet gelir yerleşir, aşk yerini bulur, kendine güven oluşurmuş gibi.
Zaten öyle değil midir? Romeo kaç yaşındaydı mesela? Lucy? Bella? En ünlü romanların baş kahramanları, en iyi filmlerin merkezindeki karakterler, en dokunaklı şarkıların atfedildiği kişiler hep genç değil midir? Bu soruyu tersten sormak gerek belki de:
Biz, yani ben ve tanıdık tanımadık yaşıtlarım, bu sözde sihirli yaşta değil miyiz? Şimdi bizim uğruna zehir içilecek, hançerlenecek aşklar yaşamamız, hayatımızın en maceralı yolculuğuna çıkmamız, en büyük dertleri en büyük sevinçlerle bir yaşamamız gerekmez mi? Yazılıp çizilenlere bakılırsa evet. Peki ben ne yaşıyorum? Biz ne yaşıyoruz?
Bana ve çevremdeki büyük çoğunluğa bakılırsa, bu sihirli yaşın en ufak bir ipucu yok. Biz sabahın 6sında kalkıyor, hergün sayısız derse giriyor, hayatta belki de bir daha asla kullanılmayacak şeylerle saatlerce boğuşuyor, bir ton ödev yapıyor, okul haricinde "sosyallik" kisvesi altında haddi hesabı olmayan işle uğraşıyor, tüm bunların arasında mutlu olmaya çabalıyor, ruhumuzu serviste dinlenen yarım saatlik müzikle beslemye çalışıyoruz. Yorgun muyum? Evet, ama devam edecek gücüm yok değil. Mutsuz muyum? Hayır, hoşnutum halimden. İsyan mı? Hiç değil.
Sadece şunu soruyorum: Ben bir yol seçtim, bilinçli ya da bilinçsizce. Peki bu doğru tercih mi? Gerçekten sırf saçma bir projeyi tamamlamak için gece 3te mi uyumalıyım? Biliyorum, evet gelecek için. Öte yandan şunu da biliyorum, bu öyle geçici bir süreç değil. Önce üniversitesi, sonra yüksek lisansı, ya da ismi her ne ise, sonra işe girme derdi. Hayata atıldıktan sonra kimbilir nasıl olacak, bir yandan çalışıp para kazanma isteği, başarılı olma arzusu, öte yandan evde (umarım ki) beni bekleyen bir eş ve çocuk(lar). Hem yürütülmesi gereken bir hayat, hem son hızla çalışılması gereken bir iş.
Peki ben buna uygun muyum? Ben, sırf güzel bir film izledi diye üç gün aklı havada gezen, öte yandan da işlerini bitirmeye çalışan ben bunu yapabilir miyim? Gerçekten kendini sorumluluklarına adamış bir kız mıyım, anlamsız istekleri olan bir hayalperest miyim, yoksa hiçbiri mi? Gerçekten bilmiyorum.
Galiba benim içimde iki kız var. Bir tanesi daima ütülü gömlekler giymek, hiç bozulmayan saçlarını savurarak işten işe koşmak, mükemmel gülümsemesiyle etraftakileri selamlamak, güzel tebrik sözleri duymak istiyor. Diğer kız ise bütün gün film seyretmek, yazmak, yazmak, yazmak, hayatını küçük mutluluklar üzerine kurmak, hiç bilmediği halde fotoğraf çekmek, fonda güzel müziklerle yaşamak istiyor.
İkisinin buluştuğu bu vücutta bazen biri, bazen diğer galip geliyor. Bu yüzden ben çalışırken hep boş oturmanın hasretiyle tutuşuyor, dinlenirken hep suçluluk duyuyorum. İşte tam da bu yüzden vaktimin bir kısmını battaniyemin altında yiyerek ve kendime üzülerek geçiriyorum. Kızlardan birini öldürmem, diğerine yoğunlaşmam, ya da ikisinden yeni bir kız yaratmam gerek; tabii bu mümkünse. Yoksa hep çift kişilikli bir kadın olarak kalacağım, hiçbir zaman tam olmayacağım.
Bir çıkış yolu bilen varsa gerçekten açığım önerilere. Ayrıca kendi cesaretime şaşırıyorum artık. Ne zamandan beri düşüncelerimi en sansürsüz haliyle yayınlar oldum?
Yaştan herhalde.