2009 değişik bir yıldı benim için.
Hayatımda ilk kez büyük değişimler yaşadığım, bir, hatta belki birkaç eşikten atladığımı hissettiğim bir yıl.
İlk yarısı pek iyi değildi, hatta ömrümün en mutsuz zamanları bile denebilir. Kendimden bir türlü memnun kalamadığım, bazen gerekli bazen gereksiz takıntılarla kendimi üzdüğüm, ilk kez ölümlerle tanıştığım, ilk kez pes ettiğim, ayağa kalkıp koşmaya devam etmektense sürünmekte ısrarcı kaldığım bir dönemdi.
Yazın gelişi ise yeni bir dönem başlattı benim için. 2009 Haziran benim için yeni bir evde, yepyeni planlarla, yeni uğraşlarla, yeni sorumluluklarla, yeni umutlarla başladı. Akademik açıdan da kendimden memnun kaldım, en azından kendimden memnun kalmayı öğrendim.
Şimdi dönüp baktığımda, özellikle son yarısından çok memnunum 2009'un. Yine de, elimden gelse bile ilk yarısını değiştirmezdim bu yılın. Hatalarla da doğrularla da kabullenmek gerek geçmişimizi. Uzun lafın kısası, geçen yıl 31 Aralık'taki ben ve bugünkü ben arasında dağlar kadar fark var. Anlıyorum ki, kaç yıl geçtiğiyle hiç ilgisi yok. Olayların sonucunda büyümüşüm ben bu yıl.
2010'a girildiğinde, yani birkaç saat sonra hiçbir şey değişmeyecek. Sihirli bir değnek gelip sevmediğimiz yanlarımızı yok etmeyecek, tüm dileklerimiz gerçekleşmeyecek. Eğer iyi bir yıl olursa bu sene, biz yine bazen mutlu, bazen mutsuz olacağız. Çok güleceğiz, kimi zaman hüngür hüngür ağlayacağız. Yepyeni insanlar katacağız hayatımıza, çok güvendiklerimizin bir kısmını silmek zorunda kalacağız belki. Aşık olacağız, olduğumuzu sanacağız, ya da yine aşksızlıktan yakınacağız.
Bu yıl iyi geçerse eğer, bol bol sohbet edeceğiz, dertlerimizi paylaşacağız. Yiyip içeceğiz, kilo alacağız, kilo vereceğiz. Yine spora başlayıp, yine bırakacağız. "Tüm okunacak kitaplar listemi tamamlayacağız" desek de o liste hep uzayacak, hiç bitiremeyeceğiz. İstemeden de olsa kalp kıracağız yine. Yine unutacağız bazı şeyleri.
Kısacası, bu sene iyi giderse insanca yaşayacağız yine, insanca hatalarla, insanca mutluluklarla. Yeter ki, Tanrı bize bu önemsiz mutsuzlukları unutturacak acılar, üzüntüler, sorunlar vermesin.
2010'da da keyifli anları paylaşmak dileğiyle. Hepinize mutlu yıllar.
"Biz hiç yorulmadık
Biz hiç yenilmedik
Desem yalan,
Oyuna devam
Biz hiç kaybolmadık,
Biz hiç kaybetmedik
Desem yalan
Oyuna devam"
Bülent Ortaçgil - Oyuna Devam
31 Aralık 2009 Perşembe
27 Aralık 2009 Pazar
Seventeen and Crazy*
Bugün ilk kez "kaç yaşındasın?" sorusuna on yedi cevabını verdim. Ha bunun bir önemi var mı, hayır. Hayatım dört gün önce nasılsa, aynı öyle. Yine de daha bir büyümüşlük hissi veriyor "on yedi" deyince, herkes büyüdüm sanıyor. Zaten hep yaşımdan büyükmüşüm gibi davranılmıştı bana. Bense hala 12-13 olduğumu sanıyorum.
Ben hiçbirini sezemesem de, bir sürü çağrışım getiriyor bu yaş. Öyle bir yaş ki bu, hem büyümek üzere, hem de hala gencecik hissi veriyor. Babamın dediği gibi "Hem yetişkin gibisin, hem de resmi olarak hiçbir sorumluluğun yok." Teoman'ın dediği gibi daha on yedi. Daha yaşanacak çok şey var yani.
Silkinip kalkmak gerek. Yaşın verdiği sorumlulukları sırtlanmalı, güzellikleri yaşamalı bir an önce. Yapılacak seçimler bekliyor beni. Örneği yarın ilk kez dersane denemem var, bense bu ülkede okumak istiyor muyum onu bile bilmiyorum. Öte yandan çok mutlu geçirdiğim bir doğum günüm, sevdiğim insanlarla paylaşacağım bir sürü güzel gün var. Hepsini dengeleyerek yaşamak lazım.
“Do you mind if I walk back with you? I’m Clarisse McClellan.”
“Clarisse. Guy Montag. Come along. What are you doing out so late wandering around? How old are you?"
They walked in the warm-cool blowing night on the silvered pavement and there was the faintest breath of fresh apricots and strawberries in the air, and he looked around and realized this was quite impossible, so late in the year.
There was only the girl walking with him now, her face bright as snow in the moonlight, and he knew she was working his questions around, seeking the best answers she could possibly give.
“Well” she said, “I’m seventeen and I’m crazy. My uncle says the two always go together. When people ask your age, he said, always say seventeen and insane.”
-Fahrenheit 451, Ray Bradbury
6 Aralık 2009 Pazar
Küçük şeyler, hepsi de küçücük şeyler, bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren.
Hayatta en çok küçük şeylerle mutlu oldum.
Küçük oyuncaklar, küçük kekler, küçük sevinçler.Büyük şeyler gözümü korkuttu hep. Kocaman evlerde boş kalmaktan korktum, küçük evlerin küçük köşelerini sevdim daima. Büyük restoranlarda yenen pahalı yemeklerdense, küçük cafelerin masumiyetini sevdim.
Ve son birkaç yılda, koca koca kitaplarla boğuşmaktan da kurtuldum. Cep boy kitaplar girdi hayatıma. Başka şartlarda hiç elime almayacağım yazarları cep boy kitaplarda sevdim. Ne zaman kitapçıya aklımda net bir kitapla girsem "Şunu istiyorum. Cep boy olursa şahane olur" der oldum. Hatta geçen yaz, Everest Yayınları'ndan çıkan neredeyse her cep kitabını okudum.
Geçenlerde kütüphanenin satılık kitaplar reyonuna uğradım yine. Bir sürü okunmuş, eskimiş, yıpranmış; tarihi olmasa da kendi tarihini yaşamış kitaplar. Bir liraya satılmak için oraya atılmış, hayattaki küçük detaylar. Ve onların yanında, ciltli türdeşlerinin arasında sıkışmış miniminnacık bir kitap.
Heyecanla çekip aldım hemen. Avuç içi kadar var yok. Üzerinde siyah beyaz bir kadın çizimi, sade harflerle yazmışlar "Truman Capote: First and Last" Capote'nin ilk öykülerinden biri ve tamamlanmamış son romanının bir bölümünden ibaretmiş. Topu topu 90 sayfa. Unutulmuş, atılmış. Kimsesiz.
Hemen ödedim parasını. Nedir ki zaten, bir lira. Yere düşse almaya tenezzül etmeyecek nice insan tanıyorum. Bu kitabı alınca yaşadığım mutluluğa kınayan gözlerle bakacak bir sürü insan da tanıyorum.
İki haftadır elimde evirip çeviriyor, okumaya kıyamıyordum. İki gece önce okudum nihayet. Ve bugüne dek Capote okumadığım için pişmanlık duydum. Zaten Breakfast At Tiffany's izleyip de beğendiğimde başlamalıydım bu adamı takip etmeye. Kütüphaneden yeni kitaplarını alacağım şimdi.
Özellikle ilk öykü, Master Misery çok güzel. Biraz korkutucu, biraz hüzünlü ve bir hayli New York kokulu. Rüyaları satın alan bir adamı anlatıyor.
Eğer bir gün bir yerde, bu ya da benzeri bir kitabı unutulmuş halde görürseniz, hiç tereddüt etmeyin, hemen alın. Kitaplığınıza ekleyin. Hayattan yorulmuşsanız, ya da sevgi dolduysanız, sizi orada beklediğini bilin. Elinize alın, içinde kaybolun.
Ve hayatta her türlü mutluluğun da, acının da, sizin de o kitap kadar küçük, ama tahmin edemeyeceğiniz kadar etkili olduğunu hatırlayın.
Hep küçük şeyler bizi usandıran
Küçük şeyler bizi utandıran
Hep küçük şeyler, küçük şeyler bizi yarıştıran
Küçük şeyler bizi uzlaştıran
Küçük şeyler, hepsi de küçücük şeyler
Bizi yönlendiren, sevindiren, düşündüren
Bülent Ortaçgil - Küçük Şeyler
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)