5 Mayıs 2015 Salı


Bir arkadaşımın, varlığını muhtemelen kendisi de unuttuğu blogunu okudum, blogları neden sevdiğimi hatırladım sonra. Adını koyamıyorum tam.

Her şey nasıl uçuyor hala şaşırıyorum. Yurdun bahçesindeyim, gece üçü çeyrek geçiyor.

Balkonların önemli olduğunu hatırlatıyorum kendime. Ruh sağlığımı korumama yardımcı oluyor. Ekranlara, diyorum sonra, daha az bak Miraycığım.

Yazın balkonda oturduğumuz zamanlar.

Ağlayacağım tutuyor. Bu aralar sık sık.

Açıkhava o yüzden önemli. Anlar bir de.

İstanbul'daki yurdun bahçesinde gülünç taş oturma yeri. Geceleri gülerek çıkarken gürültümüzün binanın iki yüzüne çarparak büyümesi. Onun verdiği huzur.

Yokuş bitip de evin sokağı başlayınca duyulan rahatlama.

Akşamüstünün alaca rengi. Hayır yok derler ama ben hep sevdim.

Teknenin güvertesinde Vadi'ye yaklaşırken sisler içinden biren çıkan kamp ateşinin büyüsü.

Hayatımı sanki unutmuşum.

Akşam inip de Piccadily'de yürüdüğümde ışıktan gözlerimin yaşarması.

Yurdun sokağı boyunca sarhoş koşup zar zor vardığımız, dünyadaki en güzel konser.

İstanbul'daki evde kedinin arkamdan apartmana girmesi.

Telefonda konuşuyoruz annemle. Ne zaman güleceğini bilip birkaç saniye susuyorum.

Babama "Hasta oldum ama anneme söyleme" diyorum, söz veriyor. Barselona'ya gidelim istersen diyor, sesinden sevindiğini anlıyorum. Ağlıyorum.

Budapeşte'de sarhoş olup kadeh çalmıştık. Mutluyduk.

Sarhoş anılar en etkili hatırlananlar belki de. Hepsi birkaç saniyelik gifler olmuşlar kolay hatırlansınlar diye.

20 yaşındayım o gece, hep beraber zıplıyoruz. Ayağım yerde değilken düşünüyorum, "Şu an hayatımın en mutlu anlarından" diye. Sonra hatırlayacağım, biliyorum. Hatırlıyorum.

Paris'te koşuyoruz. Şalımı tutmaya çalışırken yavaşlayıp aynı şeyi düşünüyorum. An kırılır diye söylemeye korkuyorum.

Bir yılbaşı gecesi, bir eve girdiğimde birisi "Miray'ın şarkısı" diye bağırıyor. Bulanık insanlar hatırlıyorum. Mutluyuz.

Bir başka yıl, bir başka gece, bir başka yeri, ışıklı koridorda abartılı hareketlerle klip çekerek terk ediyoruz. Videosu yok diye üzülüyor birisi, halbuki ben seviniyorum.

İki kere oldu aslında bu, birinin videosu var. Ben öbürünü hatırlıyorum.

Bahçeden tilki geçiyor, ürküyorum biraz. İlk gördüğüm anı hatırlıyorum, yine bulanık. Halbuki o kadar da içmiyorum.

Korktuğunu, dedim şimdi, belli etme, o zaman saldırır. İçimdeki vasat ses yapıştırıyor hemen, hayat da böyledir. Vasat ama haklı. 

Evin yokuşunu inerken koşup bağırsam diye geçiyor içimden sık sık. O zaman özgür olacakmışım gibi. Muhtemelen haklıyım.

Dik yokuşlardan denize vardığımda özgür hissediyorum.

Gece uçaklarından şehirleri seçerken özgür hissediyorum. Gözlerim doluyor.

Berlin'de tek başıma dolaşırken şaşkın hissediyorum. Gözlerim doluyor.

Bir başka ayda, bir başka gece, yurt bahçesinden geçerken abartılı çiçekler açmış ağacı görüyorum. Gözlerim doluyor.

Yaşadığımızı hatırladığımız her an gözlerim doluyor.

Bindiğim rollercoasterda korkup gözlerimi yummadan önceki 3 saniyeyi sık sık görüyorum. Kule bizi tepelere fırlatırken özgür hissettiğimi hatırlıyorum. Sonra korkmuştum.

Yaşamanın farkındalığı birkaç saniyeden uzun taşınamayacak kadar büyük. O yüzden sık sık gözlerim doluyor.

Korkuyorum bazen. Sadece anları hatırlıyorum diye, onlar da çarpık. Tüm yılların anlara kırpılması beni korkutuyor. Anların yan yana düzensiz sıralanması beni korkutuyor. Rüyaların hayallerin araya karışması ürkütüyor. Karar veriyorum, gerçek diye bir şey olmadığına. Uzun süre önce karar vermiştim aslında.

Öyle el ele tutuşup durduğumuzda hepimiz kendi anılarımızı kırpıyorduk ve asla iki çift göz aynı yerden bakamıyordu. Tek gerçek yoktu o yüzden.

Tilkiden korkup yer değiştiriyorum. Taşlar ıslak, bacaklarım üşüyor. Bu aralar eve dönmek istiyorum. Gözlerim doluyor. Mutsuzlukla ilgisi yok.

Rowling büyük insan diyorum kendi kendime. Anılarımı cımbızla çekip Düşünseli'ne atmak istiyorum. Çok iddiaya gerek yok, giflerden ibaret kısa bir albüm olsa da yeter.

Hayattayız. Ben her seferinde şaşırıyorum.

Hiç yorum yok: